Çocukluk ve ergenlik dönem inde yaşanan sosyal problemler, öğrenme güçlükleri, aile içi çatışmalar ailelerin çocuk & ergen psikolojisi alanında uzman bir psikoterapiste başvurmalarının başlıca nedenleri arasındadır.
Çocuk & Ergen psikoterapisinde ilk değerlendirme aşamasında nasıl bir psikoterapi uygulanacağı terapist tarafından belirlenir. Terapist, uygulanacak tedavi yöntemini belirlerken çocuğun mevcut problemleri, hikayesi, gelişim seviyesi, tedaviye aktif katılımı ve çocuğun yaşadığı psikolojik sorunlarda hangi tür müdahalelerin gerekli olduğu gibi unsurları değerlendirerek karar verir. Çocuk ve Ergen terapisinde ilaç ve psikoterapi uygulamaları birlikte kullanılabilir. Çocuğun ya da gencin psikoterapistin yanında kendisini rahat ve güvende hissetmesi, anlaşıldığını düşünmesi çok önemlidir. Böyle güvenli bir çevrede çocuğun duygularını ifade etmesi ve ihtiyacı olan yardıma ulaşması çok daha kolay olacaktır.
Sen! Bu hayatı yaşarken bütünüyle en çok ihtiyaç duyduğun, hayatı onun için yaşanabilir, anlaşılabilir, keyifli kılmaya çalıştığın, içinden çıkamadığı sorunlar için çözüm aradığın Sen! Kendini Düş’ün bireysel terapilerle kendini bul
Güven,yakınlık, dayanışma, sorumluluk ve sevgi. Bunlar bir çatının altında yaşayan anne, baba, eş, çocuk ve kardeşten oluşan insanları aile yapan unsurlar herhangi birinin eksikliği bütünü yaralar, sistemi bozar.
Aile olmak için Aile terapisi.
ÇOCUKLUK DÖNEMİ VE RUH SAĞLIĞI
Bir ebeveyn olarak birçok zorlukla karşılaşıyorsunuz. Çocuğunuzun zihinsel sağlığıyla ilgili endişelenmek bunlardan biri olabilir. Tüm çocuklar zaman zaman hüzünlü, endişeli, sinirli veya telaşlı olabilirler. Bazı çocuklar uzun süre oturmakta, dikkat etmekte veya başkalarıyla etkileşimde bulunmakta zorlanır. Peki, çocuğunuzun genellikle olandan farklı davranış göstermesinin bir sorunu olabileceği anlamına gelip gelmediğine nasıl karar verirsiniz?
Bir davranışın ne sıklıkta gerçekleştiğine ne kadar sürdüğüne veya davranışın/ruh halinin yoğunluğuna bakmak bir sorun olup olmadığına karar vermenize yardımcı olabilir. Ortaya çıkan ve fark ettiğiniz sorunlar birkaç haftadan uzun bir süre boyunca devam ediyor ve çocuğunuzun ev okul vb. bulunduğu ortamlarda yapması gereken çalışmaları yürütmesini ve dolayısıyla başarısını olumsuz etkiliyor ise dikkat etmeniz gerekebilir. Buna ek olarak, çocuğunuzun ruh hali veya davranışları, onun gelişmesini, arkadaşlıklarını sürdürebilmesini ya da günlük yaşamında gelişim düzeyine uygun olan işlevlerini yürütebilmesini engellemeye başlarsa, çözüme yönelik bilgi ihtiyacı doğmuş ve yardım alma zamanı gelmiştir.
Aşağıdaki listede, çocuğunuzun profesyonel dikkat gerektiren duygusal, davranışsal veya zihinsel bir sağlık sorunu olabileceğini gösteren bazı işaretler bulunmaktadır:
Çocuğunuzun profesyonel dikkat gerektiren duygusal, davranışsal veya zihinsel bir sağlık sorunu olabileceğini gösterenler sadece bu listedekilerden ibaret değildir. Bazen bu listedeki semptomlar bir çocuğun hayatındaki hastalık, aile ölümü veya boşanma, okul değişikliği veya yeni bir şehre veya mahalleye geçiş, evde yeni bebek gibi büyük değişiklikler ile ortaya çıkabilir. Diğer zamanlarda, bu semptomların hiçbir belirgin nedeni olmayabilir.
OYUN TERAPİSİ
Oyun Terapisi Nedir?
Oyun terapisi,çocuğun oyunla kendini ifade etmesinin temel yoludur.Çocuklar sorunlarını oyun oynayarak ifade ederler.Oyun terapisinde oyun çocuğun evrensel dili oyuncaklar ise kelimeleridir.Oyun terapisi için en uygun yaş aralığı 2-12 yaştır. Çocuklar yaşadıkları problemleri oyun oynayarak dışarı atarlar ve dışarı atılan duygulardan sonra çocukta duygularla yüzleşme, duyguları denetleme ve olumsuz duygulardan uzaklaşma başlar. Duygularını dışarıya atan çocuk psikolojik olgunlaşma, rahatlama, kendisini düşünme ve karar verme gibi durumlarda kendini güçlü hissetmeye başlar.Oyun terapisinin amaçları arasında; çocuğun gelişimini etkileyen davranışsal, duygusal ve psikolojik problemleri ortadan kaldırarak problemin ilerlememesini önlemek vardır. Terapistin sağladığı güvenli ortamda, çocuklar davranışlarını etkileyen üzüntü, kızgınlık ,korku, hayal kırıklığı vb. duyguları oyunlarıyla yeniden canlandırabilirler.Oyun Terapisinin yararları arasında; çocukların kendilerine olan güvenlerinin artması, sıkıntılarla baş etme ve çözüm üretiminin artması, sorumluluklarını yerine getirme becerilerinde olumlu gelişmeler, duygularını ve düşüncelerini daha kolay ifade etmesi, zihinsel ve sosyal gelişimlerinin sağlanması yer almaktadır.
Oyun Terapisinin kullanıldığı durumlar;
Kardeş Kıskançlığı
Yemek Yeme Sorunları
Kaygı
Saldırganlık
Ailede yaşanan çatışma, boşanma ya da ayrılık
Uyku Bozuklukları
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Depresyon
Korku
Evlat Edinilme
Kronik Hastalık
Sevilen Birinin Ölümü ya da Hastalığı
Aile içi Şiddete Maruz Kalma
Tırnak yeme
Sınır ve Kural Tanıma Problemleri
Özgüven ve Sosyal Beceri
Çekingenlik ve Utangaçlık
Okul Problemleri
Özgül Öğrenme Güçlüğü
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
Öfke Kontrol Bozukluğu
Bağlanma ve Ayrılma Problemleri
İstismarlar
Enüresiz (alt ıslatma) /Enkopresiz (kaka tutma- yapma zorlukları)
Saç yolma
Parmak emme
Mastürbasyon
Seçici Konuşmazlık (Selektif Mutizm)
Tıbbi nedeni olmayan bulantılar/baş ağrıları
Ergen terapisinde amaç; oluşan veya oluşabilecek duygusal ve davranış problemlerinin çözülmesi kadar ileri yaştaki ruhsal yapının ve kişilik özelliklerinin yapılandığı bu dönemin en sağlıklı şekilde desteklenmesidir.
Öğrencilerin öğrenim programlarının düzenlenmesinde yardımcı olmak ve diğer sorunları ile ilgilenmek üzere branşında uzman psikologlarımız tarafından öğrencinin okul dışında aldığı destek programlarının tümü
Depresif Bozukluklar
Depresif bozukluğu olan kişiler kendini suçlayıcı birtakım düşüncelere sahip olma, olumsuz durumlara yöneltilen aşırı dikkat, hayatlarındaki her durumu olumsuz ve karamsar görme gibi birtakım yatkınlıklara sahiptir. Bu yatkınlıkların yanısıra yorgun hissetme, düşük enerjiye sahip olma ve bedensel ağrı gibi fiziksel belirtiler de sürece eşlik edebilir. Depresif bozukluk yaşayan kişiler sosyal olarak geri çekilme davranışlarını yaygın olarak gösterirler. Çoğu insan hayatı boyunca bazı dönemlerde depresif olduğunu dile getirebilir ancak yaşanan süreçte deneyimlerin yoğunluğu ve süresi tanı koymaya yeterli olmalıdır.
Depresif bozukluğun içinde Majör Depresif Bozukluk, Süreğen (Uzun Süreli ) Depresif Bozukluk, Adet Öncesi Disforik Bozukluğu yer almaktadır.
Majör Depresif Bozukluk
Majör Depresif Bozukluk dönemsel seyreden bir süreçtir. Belirli bir dönemde görülürken daha sonra görülmez. Ayrıca bu dönemler tekrarlama eğilimine sahiptir. Belirtiler arasında çökkün duygu durumu, zevk ve ilgi kaybı, enerjinin kaybedilmesi, değersiz ya da aşırı suçlu hissetme, çok fazla ya da çok az uyuma, ağırlık kaybı ya da iştahta değişim, düşünme ve karar alma süreçlerinde güçlük yaşama, tekrarlayıcı ölüm ya da öz kıyım düşüncelerinden beş belirtinin en az iki haftalık bir zaman diliminde bu sürece eşlik ettiği görülmektedir. Kişinin yaşadığı bu durum mesleki ve sosyal işlevsellikte azalmaya ve kişilerarası ilişkilerde bozulmalara neden olur. Psikoterapi ile kişinin olumsuz düşünce ve davranış biçimlerinin değiştirilmesi ve hastalıkla mücadele etmesi için daha aktif olması amaçlanmaktadır.
Süreğen (Uzun Süreli ) Depresif Bozukluk
Kronik bir şekilde devam eden depresif bir durum söz konusudur. Bu bozukluğa sahip bireylerin en az iki yıl boyunca zamanın yarısından çoğunda depresif hissetmeleri ya da her zaman yaptıkları etkinliklerden çok az zevk almaları söz konusu olabilmektedir. Düşük benlik saygısı, ümitsizlik ve karamsarlık, ilgi istek azalması, içe kapanma gibi belirtiler görülebilmektedir. Tüm bunlarla birlikte sosyal ortamlardan çekilme, mesleki işlevsellikte bozulmalar, evlilik yaşamında bozulmalar ve kişinin yaşam kalitesinde düşmeler görülebilmektedir. Tedavi yöntemleri ile kişinin yoğun yaşadığı belirtileri azaltmak, gelecekte yaşanacak duygu iniş çıkışlarını önlemek, sosyal işlevselliğini arttırmak ve kişilerarası ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Adet Öncesi Disforik Bozukluğu
Bazı kadınlar üreme kapasitesine sahip oldukları dönemde adet süreci ile ilgili tekrarlayıcı bir seyir izleyen bilişsel, duygusal ve bedensel birtakım yakınmalara sahip olmakta ve bu durum sosyal, mesleki ve cinsel işlevselliklerinde belirgin bir bozulmaya yol açmaktadır. Tedavide hasta ve yakınlarının hastalık hakkında bilgilendirilmesi, stres azaltma yöntemleri, yeme alışkanlıklarını düzenlenmesi, beden egzersizleri ve gevşeme teknikleri ile kişinin baş etme mekanizmalarının güçlendirilmesi amaçlanır.
KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI
Kaygı bozuklukları, günlük hayatta kişinin kendini nedensiz ve engelleyemediği bir şekilde sürekli öfkeli, huzursuz ve sıkıntılı hissetmesidir. Bu duygulara çarpıntı, terleme, titreme, tansiyon yükselmesi, hızlı nefes alıp verme, kas gerginlikleri, nefes almakta güçlük, boğuluyormuş hissi, mide bulantısı gibi fiziksel belirtilerden bazıları ya da tamamı eşlik eder. Kişi kontrolü kaybetme, her an kötü bir şey olacakmış hissi yaşayabilir. Kaygı bozukluğu yaşayan bireylerde kaygı yoğunluğuna bağlı olarak günlük hayat, mesleki ve kişiler arası ilişkiler alanlarında zorluklar görülmektedir. Bu yaşanan durum kaygı bozukluklarını normal kaygıdan ayırmaktadır. Kaygı bozukluklarının içinde yaygın kaygı bozukluğu, panik bozukluk, agorafobi, özgül fobiler, sosyal kaygı bozukluğu yer almaktadır.
Özgül Fobiler
Özgül fobiler, belirli bir nesne ya da durumdan kaynaklanan aşırı korkudur. En sık görülen fobiler, yükseklik, kapalı mekanlar, uçma, asansör, kan görme, yaralanma, iğne olma ve kedi, köpek, örümcek, yılan gibi hayvan fobileridir. Kişilerde bu korkular o kadar yoğundur ki, bu obje ve durumlardan kaçınmak için yoğun bir çaba sarf ederler. Yaşanan bu durum kişinin sosyal hayatını da olumsuz etkiler. Psikoterapi tekniklerinden yararlanarak kişinin yaşadığı durumun gerçekte güvenli olduğu farkındalığı kazandırılır.
Sosyal Kaygı Bozukluğu
Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler, başkalarının gözünün üzerinde olabileceği sosyal ortamlarda ya da tanımadıkları insanlarla karşılaştıklarında mantıklı olmayan, yoğun korkular göstermektedirler. Devamlı diğerlerinin onu izlediğini ve rezil olduklarını düşünürler. Bu kişiler sosyal ortamlarda yüz kızarması, titreme, terleme, nefes alamama, bulantı, kalp atışlarının hızlanması gibi yaşadıkları fiziksel belirtilerin, diğer insanlar tarafından fark edileceği inancıyla ortamdan kaçınmaya çalışırlar. Topluluk karşısında ve grup içinde konuşmak en büyük korkuları arasındadır. Bir topluluk içinde yiyip içmek te kaygılarını arttıran durumlardandır. Yaşanan sosyal kaygı kişinin iş, okul ve sosyal etkinliklerini olumsuz etkiler bu alanlarda sorunlar yaşamasına neden olur. Psikoterapi kişinin yaşadığı sosyal kaygının temel, kök nedenlerini araştırarak ve eşlik eden bedensel belirtileri tanıyarak etkili müdahale yöntemleri ile kişinin tedavi olmasını sağlar.
Panik Bozukluk
Panik bozukluk aniden gelişen, sürekli olmayıp zaman zaman yaşanan, birkaç dakika içinde en yüksek düzeye çıkan yoğun kaygı hissinin ataklarla kendini göstermesidir. Panik atak geçiren kişiler felç ya da kalp krizi geçiriyormuş hissine kapılabilirler. Bu kişiler, tekrar panik atak geçireceklerine dair kaygı duyarlar ve bu atakları geçirdiği yerlerden ve durumlardan kaçınarak belirgin davranış değişiklikleri gösterirler. Psikoterapi müdahalesi hastanın sağlığına zarar vermeyen panik atak belirtileri hakkında oluşan yanlış inanışları fark ettirerek baş etme mekanizmalarını güçlendirir.
Agorafobi
Agorafobi, kaygı belirtilerinin oluşturduğu anda kaçmanın zor ya da utandırıcı olacak durumlar karşısında yaşanan kaygı olarak tanımlanmaktadır. Korkulan ortamlar arasında marketler, alışveriş merkezleri, toplu taşım araçları, tiyatro ve sinemalar yer almaktadır. Agorafobisi olan pek çok kişi evden çıkamaz ya da büyük rahatsızlık duyarak yanlarında güvendikleri kişiler ile dışarı çıkabilirler. Bu durum kişinin sosyal hayatını olumsuz etkiler. Terapi yöntemleri ile birey zihninde oluşan kaygıyı daha sağlıklı bir şekilde değerlendirebilir ve aşamalı olarak kaygının üzerine giderek baş etme mekanizması geliştirir
Yaygın Kaygı Bozukluğu
Yaygın kaygı bozukluğu yaşayan kişiler günün en az yarısını birçok olay veya eylemle ilgili kaygı ya da endişe duymakla geçirirler. Endişe duyduğu konular aile, sağlık, maddi konular, iş veya okul olabilir. Bireyin yaşadığı endişe, problemi sürekli düşünmeye ve onu zihninden atamamaya yönelik bilişsel bir eğilime karşılık gelmektedir. Bu kişiler sıklıkla problemlerine bir çözüm bulamadıkları için endişeleri devam eder ve bu durum günlük yaşamlarını olumsuz etkiler. Psikoterapi yöntemleri ile kişinin olumsuz düşünce ve davranış biçimlerinin değiştirilmesi ve stresle başa çıkma yöntemleri ile kişinin daha aktif olması amaçlanmaktadır.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Travma sonrası stres bozukluğu, bazı insanların savaş, doğal afet, araba kazası veya cinsel saldırı gibi yaşamı tehdit eden bir olayı deneyimledikten veya bunlara şahit olduktan sonra gelişen bir sorundur. Ağır bir psikolojik travma sonrası artış gösteren kaygı, travma ile ilişkili uyaranlardan kaçınma ve uyarılma düzeyinin artması gibi özgül belirtilerle kendini göstermektedir. Tekrarlayıcı anılar ve benzeri durumlarla istem dışı travmatik olayın yeniden deneyimlenmesi, olayın bazı yönlerini hatırlayamama, olaya dair kendini ve başkalarını suçlama gibi travma sonrasında görülen duygu durum ve bilişsel değişimlerin gösterilmesi de görülür. Bu yaşanan belirtilerin şiddetine göre kişi sosyal hayattan ve iş hayatından giderek uzaklaşarak içine kapanmaya başlayabilir. Psikolojik tedaviler ile kişinin belirtilerinin sürmesine sebep olan hatalı düşüncelerin sağlıklı düşüncelerle değiştirilmesi, kaygı ile baş etme çalışmaları, EMDR ve kişinin yaşadığı korku sebebiyle kaçındığı durumlara maruz bırakılarak yaşadığı korkunun azaltılması amaçlanmaktadır.
Akut Stres Bozukluğu
Akut Stres Bozukluğu belirtileri Travma Sonrası Stres Bozukluğu belirtileri ile büyük benzerlik gösteren ancak belirti sürelerinin Travma Sonrası Stres Bozukluğuna göre daha kısa olduğu, belirtilerin travma sonrası 3 gün ile 1 aylık süre zarfında görüldüğü bir bozukluktur. Kişinin yaşadığı belirtiler arasında dalgınlık, uyuşukluk, çevrenin farkına varamama, çevreyi olduğundan farklı görme, kendini algılamada güçlük ve yaşadığı olumsuz olayı hatırlamada zorluk çekebilmektedir. Tedavide ilk olarak kişiye ve ailesine klinik bozukluk ile ilgili bilgilendirme yaparak farkındalık kazandırmak olacaktır. Psikoterapi yöntemleri bireyin baş etme becerilerini sağlıklı bir şekilde güçlendirir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Obsesyonlar ve kompulsiyonların varlığıyla kendini gösteren bir bozukluktur. Obsesyonlar kişinin zihnini meşgul eden istemsiz ve tekrarlayıcı bir şekilde ortaya çıkan oldukça ısrarcı ve kişinin ortaya çıkmasına engel olamadığı düşünce, imge ve dürtülerdir. Obsesyonlar arasından en sık görülenler kirlenme korkusu, bulaşma hissi, cinsellik ve saldırganlık dürtülerini içeren düşünceler, simetri, din ile ilgili istemsiz düşüncelerdir. Obsesyonlara sahip kişiler kararsız kalmaya ve aşırı şüpheci olmaya daha yatkın olurlar. Ayrıca kişiler genellikle bu obsesyonların gerçekdışı olduğunun farkındadırlar.Kompulsiyonlar kişide var olan obsesyonların meydana getirdiği yoğun kaygıyı azaltmak veya korkulan bir olayın gerçekleşmesini engellemek amacıyla sergilenen yoğun ve tekrarlayıcı davranışlar ve zihinsel eylemler olarak kendilerini gösterirler.Obsesyonlar ve obsesyonlara eşlik eden kompulsiyonlar kişide oldukça yoğun ve yıkıcı etkilere sahip olabilirler. Obsesyonlar ve kaygıyı azaltmak amacıyla gerçekleştirilen kompulsiyonlarla karakterize olan Obsesif Kompulsif bozukluk psikoterapi yöntemleriyle destek verilmezse kişinin işlevselliğini önemli ölçüde sınırlamakta, büyük sıkıntılara yol açarak oldukça sancılı bir hale bürünebilmektedir. Erken tedavi ile oldukça etkili sonuçlar elde edilebilmektedir.
Beden Algı (Dismorfik) Bozukluğu
Bireylerin dış görünüşlerinde bir veya daha fazla hayali ya da olduğundan daha abartılı bir şekilde bir kusurun olduğuna dair yoğun ve sıkıntı verici düşünce süreçlerine sahip olması olarak tanımlanabilir. Bu durumla ilgili düşünceler bireyin zihnini sürekli meşgul eder. Bireyler çevreleri tarafından çekici olarak nitelendirilseler bile kendi görünüşleri ile ilgili algıları oldukça olumsuz bir tabloya işaret edebilir. Tedavide ilk olarak kişiye ve ailesine klinik bozukluk ile ilgili bilgilendirme yapılarak farkındalık kazandırılır. Bilişsel yeniden yapılandırma ile sosyal ortamlarda kusurla yüzleştirme kaçınma davranışlarını azaltır.
Biriktirme Bozukluğu
Biriktirme Bozukluğu çok sayıda nesne biriktirme durumu olarak tanımlamaktadır. Ancak bir sorunun varlığına işaret eden genel olarak insanlar tarafından değerli olarak nitelendirilmeyecek birçok nesneyi atmada, bu nesnelerden kurtulmada sorun yaşama davranışı arasında yer almaktadır. Aynı zamanda biriktirme bozukluğu yaşayan kişilerde hayvan biriktirme davranışı da görülebilmektedir. Bu durumda bireyler kendilerini bir kurtarıcı olarak nitelendirebilmekte ancak biriktirdikleri hayvanların sayısının bakım verebilme kapasitelerinin oldukça üzerinde olduğu görülmektedir. Biriktirme durumu, kişinin kendisinin veya çevresindekilerin günlük hayatını engelliyorsa tedavi alması gerekmektedir. Psikoterapi bu kişilerin içgörü ve farkındalık geliştirmesinde etkili olacaktır. Bilişsel davranışçı terapi yöntemi ile biriktirme davranışının altında yatan nedenleri bulmak, bu sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmak ve karar alma becerilerini sağlıklı bir hale getirerek kişilerin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Kişilik Bozuklukları
Kişilik bozuklukları, işlevselliğe sekte vuran davranış ve içsel denge deyimlerinin sürekli yapılanması olarak tanımlanmaktadır. Bunlar Paranoid Kişilik Bozukluğu, Şizoid Kişilik Bozukluğu, Şizotipal Kişilik Bozukluğu, Antisosyal Kişilik Bozukluğu, Sınırda Kişilik Bozukluğu, Histriyonik Kişilik Bozukluğu, Narsistik Kişilik Bozukluğu, Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Kişilik bozukluklarıdır.
Paranoid kişilik bozukluğunun başlıca semptomları arasında şüphecilik ve güvensizlik, şizoid kişilik bozukluğunda kişiler arası kopma, şizotipal kişilik bozukluğunda ise alışılmadık düşünce ve davranışlar görülmektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu ve psikopati büyük oranda birbirine benzer ancak ayni değillerdir. Antisosyal kişilik davranışa odaklanırken psikopati, duygusal anlamda açıklıklara odaklanır. Sınırda kişilik bozukluğunun en önemli semptomları ise istikrarsız, son derece değişken duygu ve davranışlardır. Histriyonik kişilik bozukluğunda abartılı duygusal davranışlar görülür. Narsistik kişilik bozukluğunun benlik psikolojisi modeli ve sosyal-bilişsel modelleri, hayranlık duyma ihtiyacının nasıl geliştiği ve davranışı nasıl şekillendirdiğine odaklanır. Çekingen kişilik bozukluğunun başlıca semptomu, reddedilme ya da eleştiri korkusudur; bağımlı kişilik bozukluğun en önemli semptomu başkalarına aşırı bağımlı olma halidir; obsesif kompulsif kişilik bozukluğunda ise mükemmeliyetçi ve ayrıntıya odaklı bir tarz vardır. Kişilik bozuklukları genellikle depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi başka bozukluklarla eş tanı görülebilmektedir. Psikodinamik, bilişsel davranışsal ve diyalektik davranış terapisi kişilik bozuklukları için kullanılmaktadır.
Cinsel İşlev Bozuklukları
Kadınlarda utangaçlık, cinsel fobi, vajinismus, orgazm güçlüğü, cinsel isteksizlik, taciz travması gibi cinsel problemler öne çıkarken erkeklerde ereksiyon yetersizliği, cinsel isteksizlik, erken boşalma, cinsel acelecilik gibi problemler sık görülebilmektedir. Bu cinsel problemlerin bir kısmı yetişme tarzı, bir kısmı cinsel bilinçsizlik, bir kısmı da yanlış toplumsal öğretilerden kaynaklanmaktadır. Cinsel sorunlar geliştirilen çok etkili müdahale yöntemleriyle tedavi edilebilmektedirler.
Uyku Bozuklukları
Uyku bireyin yaşam kalitesini ve sağlığını etkileyen temel ve vazgeçilmez günlük yaşam aktivitelerinden olup fizyolojik, psikolojik ve sosyal boyutları olan bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Uykunun süresi ve kalitesi, günlük hayatımızı olumlu ve olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Uyku- Uyanıklık Bozukluğu içinde en yaygın olarak görülen insomnia, narkolepsi, obstruktif uyku apnesi, huzursuz bacak sendromu, kabus bozukluğu ve uykuyu zorlaştıran nefes tıkanıklığı yer almaktadır. Uyku problemleri düzenli bir şekilde ortaya çıkıyor ve kişinin günlük hayatına engel oluyorsa, sosyal ilişkileri, mesleki hayatı, aile dinamikleri, performans ve ruhsal sağlığı bu durumdan olumsuz etkilenir. Diğer yandan stres, sevilen bir insanın kaybı, hastalıklar, yaşamsal sorunlar, travmalar, maddi veya manevi kayıplar uyku kalitesini olumsuz etkileyerek uyku bozukluklarına sebep olabilir. Uyku bozukluklarında yaşanan sorunun farklı yönleriyle incelenmesi ve çözüm için farklı terapi yöntemlerinin bir arada kullanılması gerekir. İlaçların dışında alternatif yöntemler, psikoterapiler, gevşeme yöntemleriyle birlikte ele alınması kişinin yaşadığı sorunu çözer
Beslenme ve Yeme Bozuklukları
Yeme Bozukluğu, yeme davranışı ve yemekle ilgili yoğun düşüncelerin bireye ciddi boyutlarda rahatsızlık vermesiyle ortaya çıkmaktadır. Yemek yeme davranışı çevresel, biyolojik, psikososyal ve kültürel olmak üzere birçok faktörden etkilenir. Yeme bozukluklarında aşırı zayıflık veya kilo alımı fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açan kalıcı bir beslenme problemi ile kendini gösterebilir. Yeme bozukluklarında psikoterapi yöntemlerinden yararlanılması, aile ile sağlanan işbirliği ve ailenin tedaviye katılımı terapinin önemli noktaları arasında yer alır. Yetişkinlerde en sık görülen yeme bozuklukları arasında Anoreksiya Nervoza, Bulimia Nervoza, ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu yer almaktadır.
Anoreksiya Nervoza
Anoreksiya nervoza, gıda alımında sürekli kısıtlama, kilo alma veya yağlanma şiddetinden korkma ve vücut şeklinin çarpık algılanması ile kendini göstermektedir. Anoreksiya nervoza yaşayan kişiler zayıf olmalarına karşın bedenlerinin bazı kısımlarının aşırı şişman olduğuna inanırlar ve ayna karşısında kendilerini eleştirel bir şekilde incelerler. Anoreksiya nervozada beden ağırlığının normal seviyenin önemli derece altında olduğu görülmektedir. Anoreksiya hem fiziksel hem de duygusal bir problem olduğu için; ruh sağlığı alanında yapılan terapiyle kişi kendisini daha iyi hisseder ve sağlıklı yeme alışkanlıkları edinir.
Bulimia Nervosa
Bulimia nervosa, alışılmadık dereceden fazla miktarda tıkınırcasına yeme ve yemek yeme üzerinde kontrol eksikliği hissetme ile kendini göstermektedir. Bu bireyler kilo alımını önleme amaçlı, tekrarlayıcı bir şekilde yemeği dışarı aktarma, dışkılamayı hızlandırıcı ya da idrar söktürücü vb ilaçların kullanma, açlık veya aşırı egzersiz yapma gibi uygunsuz dengeleyici davranışlar sergileyebilmektedir. Anoreksiyadan farklı olarak bulimia nervoza yaşayan kişilerde vücut ağırlıkları normal sınırlar içinde ya da daha fazla olabilmektedir. Terapiler ile erken dönem yaşantıları ve bunlara yönelik çalışmalar, stresle mücadele, bedeni olumlu algılama, duygudurumla ilgili düzenlemeler ve dürtü kontrolü sağlama konularında gelişme sağlanabilir.
Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu
Aşırı Yeme Bozukluğu, bir kişinin yemek yerken kontrolünü kaybettiğini hissettiği ve tekrarlayan tıkınırcasına yeme davranışıyla kendini gösterir. Bu kişiler çoğu insanın yiyeceğinden daha büyük bir miktarda yiyecek yeme eğilimi göstermekte ve tıkınırcasına yeme atakları geçirmektedir. Bulimia'nın aksine, bu kişilerde dışa aktarım, aşırı egzersiz yapma gibi telafi edici davranışlar görülmemektedir. Bu nedenle, tıkanırcasına yeme bozukluğu olan insanlar genellikle aşırı kilolu veya obez olarak görülmektedir. Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu ile mücadele eden kişilerin beden algıları oldukça olumsuz olabilmektedir. Terapi yöntemlerinden yararlanarak beden algısı ile ilgili işlevsiz ve katı tutumlar ele alınmakta ve kontrol davranışlarının kazandırılması hedeflenmektedir.
DÜRTÜ KONTROL BOZUKLUĞU
Dürtü Kontrol Bozuklukları kişinin kendine ve çevresine zarar verebilecek içsel dürtüleri kontrol etmede yaşadığı güçlüklerle kendini gösterir. Kişi çoğu durumlarda dürtüsel davranışı ortaya koymadan önce artan uyarılma durumundan dolayı gerginlik yaşamakta ve bu davranışı ortaya koyduğunda rahatlama hissi göstermektedir. Dürtüsel davranışlar aynı zamanda kişinin ilişkilerinde bozulmalara, maddi sorunlara ve hayatını tehdit eden riskli davranışlara neden olabilir. Tedavide dürtüsel davranışın tanınıp kontrol becerilerinin kazandırılması oldukça önemlidir.
Aralıklı Patlayıcı Bozukluk
Aralıklı Patlayıcı Bozukluk kişide tekrarlı olarak saldırganlık dürtülerine karşı koyamama sonucunda mala zarar verme ya da saldırı eylemlerinde bulunmayla kendini gösterir. Kişinin saldırganlık eylemlerinin derecesi bunu ortaya çıkartan psikososyal stres etkenleriyle orantısız, aşırı olarak kendini gösterir. Aralıklı Patlayıcı Bozukluk yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilmekle beraber çocukluk ve 20'li yaşların başlarında, dönemsel ya da kronik bir gidişat gösterebilmektedir. Tedavide davranış kontrolünün sağlanması ve yaşanılan çevreye yönelik uyumun arttırılması amaçlanmaktadır.
Davranım Bozukluğu
Davranım Bozukluğu yaşayan kişiler insanlara ya da hayvanlara yönelik saldırgan davranışlar, hırsızlık, mala zarar verme, kural ihlalleri, yalan söyleme gibi davranışlarla kendini gösterirler. Aynı zamanda temel haklara, toplumsal norm ve kurallara sürekli ve tekrarlayıcı bir biçimde saldırı eylemlerinde bulunma hali olarak görülebilirler. Bu davranış sorunları çok çeşitli ortamlarda gözlenebilir. Davranım Bozukluğu erişkinlik döneminde daha az oranda görülmektedir. Bu durum eğer erişkinlik döneminde sürüyorsa psikoterapi yöntemleriyle dürtü kontrolünü sağlama, sorun çözme becerilerini geliştirme, çevrenin ve kişinin birlikte ele alınmasıyla yaşanılan soruna doğru ve çözüm sağlayan müdahaleler gerçekleştirilir.
MADDE KULLANIMI VE BAĞIMLILIK BOZUKLUKLARI
Maddenin kötüye kullanımı vücudun işlevlerini olumsuz yönde etkileyen, yineleyen sorunlar ve istenmeyen sonuçlara karşın madde kullanımının bırakılamaması olarak tanımlanmaktadır. Bağımlı olan kişiler, madde kullanımına ara verdiğinde yoksunluk belirtileri yaşar. Madde kullanım bozukluğu içinde en yaygın olarak kullanılan alkol, nikotin, tütün, amfetamin, esrar, uçucu madde ve kumar oynama yer almaktadır. Madde kullanım bozukluğunu tetikleyen sebepler olarak ruhsal sorunlar, bağımlılığı olan ebeveynler, doğru olmayan yetiştirme yolları, ebeveyn-çocuk arasında bağlanmada yaşanan sorunlar, sosyal becerilerin zayıf olması, sapkın davranışlar sergileyen arkadaşlarla beraber olmak, okul, iş, aile ortamlarında madde kullanımının onaylanması olarak sıralanabilir. Bunlara ek olarak madde kullanım bozukluğu beraberinde depresyon, anksiyete, kendilik değeri düşüklüğü, duygusal istismar, uyku sorunları, içine kapanıklılık, ruhsal değişiklikler ve hafıza kaybını getirebilir. Madde bağımlılığının kontrol edilmesi için bireysel terapi, aile terapisi, grup terapisi gibi yöntemler kullanılarak destek sağlanır.
Öfke Kontrolü
İnsanlar sevgi, üzüntü, şaşkınlık ve öfke gibi çeşitli duygulanımlar yaşarlar. Öfkede tıpkı diğer duygularımız gibi herkes tarafından sıkça hissedilen sağlıklı temel duygular arasında yer almaktadır. Öfke yıkıcı hale gelmeye başlayarak kontrolden çıktığında, iş hayatında, ilişkilerde ve sosyal hayatta problemlere neden olur. Kişinin yaşadığı bu yoğun öfke duygusunu kontrol edebilmesi için; kendisine ve çevresine zarar vermeden önce duygularını doğru olarak ifade etme becerisini kazanması gerekmektedir. Kişi öfkesini kontrol etmekte zorluk yaşamaya devam ediyorsa psikoterapiyle düşünce ve davranış biçimini derinlemesine gözden geçirme ve güçlü başa çıkma becerileri geliştirmesi sağlanır.
Sosyal Uyum
İnsanın yaşadığı uyum süreci kendisinin sahip olduğu özellikleri ile içinde yer aldığı çevre arasında ilişkiyi kurabilmesi, yeniliklere uyum sağlayabilmesi ve sürdürebilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Riskli yaşam koşulları, göç, suç işleme, madde bağımlılığı, ihmal, istismar, terk edilme gibi nedenlerden dolayı kişinin sosyal uyumu olumsuz etkilenebilir. Kişinin sosyal uyum sorunu yaşaması onu sosyal çatışmalara, iletişim sorunlarına karşı daha savunmasız yapabilir. Kişi sosyal uyum sorunu yaşıyorsa bunun çözüm yollarından biri yaşadığı stres etkenini azaltmak iken diğeri ortadan kaldırma olacaktır. Bu durum mümkün olmuyorsa uyum arttırmaya yönelik psikoterapi tekniklerini kullanmak gerekebilir. Uyum sorunu yaşayan kişilerde bilişsel davranışçı yaklaşımların kullanılması kişinin stres etkenlerinin farkındalığına varmasında ve uyum sağlama becerilerini kazanmasına oldukça yararlı olur.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), son derece önemli akademik, sosyal ve psikiyatrik sorunlara yol açabilen ve olumsuz etkileri yaşam boyu sürebilen bir hastalıktır. Toplumda görülme sıklığı %5-7 gibi çok yüksek orandadır, çocuklukta başlayıp %60-70 oranında, yetişkinlikte de devam edebilen bir rahatsızlıktır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite dürtüsellik, konsantrasyon bozukluğu, hareketlilik, dikkat sorunu olarak tanımlanmaktadır. Çocuklarda daha sık görülmektedir. Çocukların yaşam kalitesini etkileyen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun teşhis ve tedavi edilmesi çok önemlidir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı aileler tarafından dikkatleri kolay dağılabilen, aşırı hareketli çocuklar için sıklıkla dile getirilen bir tanıdır fakat sadece bu sebeplerden dolayı tanının konulması uygun değildir. Çünkü çocuklar erken okul yıllarında genellikle bu özellikleri göstermektedirler. Bu özellikleri taşıdığı için basitçe bu tanıyı koymak hata olacaktır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı tamamen şiddetli ve sürekli davranış sergileyen çocuklarda kullanılmalıdır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocuklar ders çalışırken sık sık masadan kalkarlar, ders sırasında dersi takip etmekte zorlanırlar, ders dışı şeylerle uğraşırlar, çok konuşurlar, konuşmaların arasına girip konuşmaları keserler, oturma pozisyonunda oldukları halde ellerini hareket ettirirler, düzensizlikleri ve eşya kaybetme gibi davranışları olabilir. Bazen sadece dikkat dağınıklığı, bazen sadece hiperaktivite, bazen ise dikkat eksikliği ve hiperaktivite bir arada gözlemlenmektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite konusunda Düşün Psikoloji olarak okul ve aile ile sıkı işbirliği içerisinde birlikte hareket ediyoruz.
Dikkatsizlik belirtileri; Dikkatsizlikten kaynaklanan hatalar, kolayca dikkatin dağılması, günlük olaylarda unutkanlık görülmesi, iyi bir şekilde dinlememe, yönergeleri izlememe vb. davranışlar olarak görülür. Bu davranışların uyumsuzluğa neden olacak biçimde ve gelişim düzeyine aykırı bir derecede sürmesi gerekmektedir.
Hiperaktivite-dürtüsellik belirtileri; Çocuklarda aşırı hareketlilik, yerinde duramama, konuşmaları bölme ya da konuşmalara müdahale etme, aralıksız konuşma vb. davranışlar görülmektedir. Bu davranışların uyumsuzluğa neden olacak şekilde ve gelişim düzeyine göre aykırı bir derecede sürmesi gerekmektedir.
Özgül Öğrenme Güçlüğü
Özgül öğrenme güçlüğü nörogelişimsel bir bozukluktur. Yeterli zekaya sahip çocukların eğitim almalarına rağmen okuma, yazma ve matematik becerilerinin yetersiz olmasıdır. Özgül öğrenme güçlüğü Disleksi(okumabozukluğu), Disgrafi(yazılıanlatımbozukluğu), Diskalkuli(matematik bozukluğu) olarak sınıflandırılabilir. Disleksi okul çağı çocuklarının %5 ile %10’ununu etkilemektedir.
Disleksi(okuma bozukluğu): Okuduğunu anlamakta zorlanma ve okumayı öğrenmekte zorlanma, yanlış ve yavaş okuma gibi durumlar gözlemlenir. Özgül öğrenme güçlüğünde en sık görülen bozukluktur.
Diskalkuli(matematik bozukluğu): Dört işlemi öğrenmekte, problem çözmekte ve sayıların sırasını öğrenmekte zorlanma gibi belirtiler görülmektedir.
Disgrafi(yazılı anlatım bozukluğu): ” -b, -d, -p, -m, -n” gibi harfleri yazarken ve okurken karıştırmalar yapmak, harf ve eksik hece yazmak, sayfa düzeninde hatalar, noktalama işaretlerinde yanlışlıklar yapmak gibi belirtiler görülmektedir.
ÇOCUKLUK ÇAĞI DEPRESYONU
Çocukluk çağı depresyonu normal "keder/hüzün" den ve çocuk geliştikçe ortaya çıkan günlük duygulardan farklıdır. Bir çocuğun üzgün görünmesi, mutlaka önemli bir depresyonu olduğu anlamına gelmez. Üzüntü kalıcı hale gelirse veya normal sosyal aktivitelere, ilgi alanlarına, okul çalışmalarına veya aile hayatına engel olursa, depresif bir hastalığı olduğu anlamına gelebilir. Depresyonun ciddi bir hastalık olmasına rağmen aynı zamanda tedavi edilebilir bir hastalık olduğu unutulmamalıdır.
Çocuğumun Depresyonda olup olmadığını nasıl anlarım?
Çocuklarda depresyon belirtileri değişir. Büyüme sırasında meydana gelen normal duygusal ve psikolojik değişiklikler olarak görülerek gözden kaçabilir. İlk tıbbi çalışmalar, bir çocuğun depresif ruh halinin yaramazlık yaparak veya kızgın davranışlarla kendini gösterdiği "gizli" depresyona ağırlık vermiştir. Bu, özellikle küçük çocuklarda olmakla birlikte, birçok çocuk depresyondaki yetişkinlere benzer şekilde üzüntü veya düşük ruh hali gösterir. Depresyonun birincil belirtileri üzüntü, umutsuzluk hissi ve ruh hali değişiklikleri ilgilidir.
Çocuklarda depresyon belirtileri ve semptomları;
• Sinirlilik veya öfke
• Sürekli üzüntü ve umutsuzluk duyguları
• Sosyal geri çekilme
• Reddetmeye karşı artan hassasiyet
• İştahtaki değişiklikler-artma veya azalma
• Uyku değişiklikleri- uykusuzluk veya aşırı uyku
• Vokal patlamalar veya ağlama
• Konsantrasyon zorluğu
• Tükenmişlik ve düşük enerji
• Tedaviye yanıt vermeyen fiziksel şikayetler (karın ağrısı, baş ağrısı gibi)
• Evde veya arkadaşlarla, okulda, ders dışı aktivitelerde ve diğer hobilerde veya ilgi alanlarındaki etkinlikler ve etkinlikler sırasında daha az işlev görme yeteneği
• Değersizlik veya suçluluk duygusu
• Bozulmuş düşünme veya konsantrasyon
• Ölüm veya intihar düşünceleri
Tüm çocuklar bu semptomların tümüne sahip değildir. Aslında, çoğu farklı zamanlarda ve farklı ortamlarda farklı belirtiler gösterecektir. Bazı çocuklar yapılandırılmış ortamlarda makul bir şekilde iyi işlev görmeye devam etseler de, önemli depresyonu olan çocukların çoğu sosyal aktivitelerde, okula ilgi kaybı ve zayıf akademik performansta ya da görünüşte bir değişikliğe maruz kalacaktır.
Çocukluk Döneminde Korku ve Kaygı
Korku şu anki gerçek tehlikeye karşı bir tepki olarak tanımlanmaktadır. Kaygı ise olası bir problem ile ilgili endişe duymaktır. Genellikle beş yaşından küçük çocuklarda karanlıktan, hayali yaratıklardan korkma, on yaşın altındaki çocuklarda ebeveynlerden ayrılmaktan korkma gibi korkular gözlemlenmektedir. Korkuya karşılık olarak duygusunu kabul etmek ve umut vermek doğru bir yoldur. Çocuklar normal gelişim sürecinin bir parçası olarak endişe ve korku yaşarlar fakat bu dönemde yaşanan bazı kaygı sorunlarının hafife alınmaması gerekir. Çocukların duygularına ebeveynlerinin verdiği tepkiler çok önemlidir. Çocukların %3 ile %5’i kaygı bozukluğu tanısı almaktadırlar. Çocukların kaygıları gelişim dönemlerine uygun becerileri kazanımlarında onlara engel olabilir. En kaygılı yetişkinlerin kaygılarının kökeninin çocukluk döneminde yaşadıkları korku ve kaygılara dayandığı gözlenen bir durumdur. Aile farkındalığı doğru yardımı arayıp, bulma noktasında çok önemli bir etkendir.
Çocuklarda Obsesif Kompulsif Bozukluk
Takıntı ya da obsesyon akla gelen, doğru olmasa bile uzaklaştırılamayan düşünceyi, kompulsiyon ise bu düşünceyi uzaklaştırmak için yapılan törensel davranışları anlatır. Obsesyonlar kişinin ısrarcı ve kontrol edilemez düşünceleridir. Kompulsiyonlar ise obsesif düşüncelerin yol açtığı kaygıyı azaltmak için kişinin yapması gerektiğini düşündüğü tekrarlayıcı davranışlardır. Çocukluk döneminde genellikle sinsi başlayan bir durum olması, çocukların olayı çok iyi tanımlayamaması ve belirtilerin çocukluk dönemi özellikleriyle karışabilir olması tanıyı zorlaştırmaktadır.
Obsesif Kompulsif Bozukluğun çocukluk çağındaki başlangıç yaşı genellikle 7,5 – 12,5 yaşları arasındadır. Çocukluk çağı takıntıları çoğunlukla erişkin bireylerden daha farklı şekilde ortaya çıkar. Tanı konulurken dikkat edilmesi gereken şeylerden biri ailenin verdiği öykü ve tanımlamalardır. Aileler genellikle kompulsiyonları “tik” olarak tarif etmektedirler. Özellikle de bir yere dokunma ya da belli hareketi tekrarlama olduğunda bu anlatım gözlenir. Oysa tik kasların istemsiz kasılmasıdır. Ve birbirlerinden farklı hastalıklardır. Çocukların bazı şeyleri aktarımındaki güçlükler nedeniyle de tanı için başka hastalıkların değerlendirilmesi gerekir. Genellikle birden çok takıntı bir arada görülür. Aşırı mükemmeliyetçiliğe bağlı ödev ya da çalışmaların tekrar tekrar yapılması, mükemmel olmadığı sürece yapılan işten geri dönmeye karşı isteksizlik gibi nedenlerden dolayı ders başarıları düşebilir. Yeme reddi ya da kısıtlılığı, hastalanma veya mikrop bulaşacağı ile ilgili korkular, şişmanlama korkusu, tabaktaki yemeklerin düzeni ile ilgili takıntılara bağlı olabilir. Temizlik takıntısına bağlı sürekli el yıkama nedeniyle ellerde kızarma ve kuruma görülebilir.” Obsesyon ve kompulsiyonlar kişilerin zamanını alır veya klinik olarak önemli ölçüde rahatsızlık uyandırır veya işlev kaybına yol açar. Çocuğu destekleyici terapiler ve algılayabileceği yaşta ise davranışçı tedaviler de sorunun giderilmesinin önemli bölümleridir. Çocuklarımızda da takıntılar olabileceği, tedavi edilmesi gerektiği, tedavi edilmediği zaman sorunun büyüyebileceği unutulmamalıdır.
Akran Zorbalığı
Akran zorbalığı bir çocuğun benzer yaş grubundaki başka bir çocuğa sözel ya da fiziksel şiddetidir. Aynı kişi/kişilerce yapılan sürekliliği olan, taraflar arasındaki güç dengesinde eşitsizlik olan, kurbanın korkmasına ve kaygı yaşamasına sebep olan fiziksel, sözel ve davranışsal olarak zarar verici saldırganlıktır. Akranları tarafından zorba davranışlara maruz kalan çocuk kendini yalnız, çaresiz, mutsuz, öfkeli, davranışlardan bezmiş şekilde hissedebilir. Yaşadığı bu durumu anne babasına veya öğretmenine anlatmakta zorluk çekebilir. Bazı çocuklarda yaşadığı bu olayı anlatabilmekte fakat yeteri kadar yardım göremedikleri için anlatmanın da bir çaresi olmadığını düşünebilir. Akranlarının zorbaca davranışları azalmadığı ve aynı oranda devam ettiği sürece çocuk bunun geçmeyeceğini düşünebilir. Bir süre sonra çocuk veya genç bireyde içe kapanma, özgüven eksikliği, depresif davranışlar gösterebilir. Ailenin ve okulun gözlemi çok önemlidir.
Özgüven Eksikliği
Çocuklar kendilerini güvenli hissettikleri ortamlarda konuşkan fakat bunun dışında kalan sosyal veya okul ortamında çekingen davranışlar göstermeleri özgüven eksikliğini düşündürebilir. Özgüven gelişiminde özellikle 3-4 yaşlarındaki yetiştirilme tarzı ve ebeveyn tutumları önemlidir. Ailelerin aşırı korumacı tavırları sorumluluk alamayan ve problem çözemeyen çocuklara neden olurken eleştirel, mükemmeliyetçi tavırları çocuklarda yetersizlik duygusuna neden olmaktadır. Çocuklar kendilerini sevmeyi ve kabul etmeyi aileleri onları oldukları haliyle kabullenip, sevdiklerinde başarabilirler.
Çocukluk Dönemi Okul Sorunları
Okul Korkusu
Çocuklar için ilk sosyalleşme kurumu olan okul, aynı zamanda çocukların ilk korku unsurlarından da biri. Öğrencilerin çeşitli bahanelerle okula gitmek istememesi, okulda huzursuz olması ve bazı hastalık belirtileri göstermesine ‘okul fobisi’ deniyor. Çocukların okula gitmek istememesi genellikle ebeveynlerinden ayrılmak istememeleri, okulda ki başarısızlık korkusu, öğretmen baskısı, öğrencinin okul ortamında başaramadığı ya da anlamadığı dersler konusunda eğitmen tarafından aşırı tepki görmesi , uygun olmayan sınıf düzeni, arkadaş çevresinin alay etmesi gibi durumlar okul korkusunun gelişmesine neden olabilir. Okula gitmek konusunda inatçılık, ağlama nöbetleri, karın ağrısı, mide bulantısı, baş ağrısı gibi fiziksel belirtiyle eşlik eden davranışlar sergileyebilirler. Ailenin farkındalığı ve doğru danışmanlığa ulaşma çabası bu noktada önem kazanmaktadır.
Okula Uyum Süreci
Okula başlamak çocukların hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Kendi güvenli alanlarından- evlerinden çıkıp yeni ve bilinmez olan okul ortamına girmek çocukların ev içinde elde edemediği sosyal özellikleri kazanmasına katkı sağlarken , duygusal gelgitler yaşamalarına da neden olur. Bu nedenle aileye, çocuklarını okul dönemine hazırlamak ve motive etmek konusunda önemli görevler düşüyor.
Okula yeni başlayan çocuklar için öncelikli hedef, akademik başarıdan çok çocuğun okula uyumu olmalıdır. Okul başlangıcı çocuğun hayatında önemli bir adım olduğu için, okula olumlu bir başlangıç yapmak, çocuğun okul hakkındaki olumlu düşüncelerin gelişimine katkı sağlar.
Okulda Başarısızlık
Okulda başarısızlık çocuktan, aileden ve okuldan kaynaklı olabilmektedir. Zeka kapasitesi, çocuğun sorumluluk alamaması, kaygı, ailenin hatalı tutumu, çocukta bulunan bedensel rahatsızlıklar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, ilgisiz ebeveynler, okul korkusu gibi çok sayıda konu okul başarısızlığına neden olabilir. Okulda başarısızlığıyla ilgili durum doğru değerlendirilmeli ve sonrasında psikolojik destek alınmalıdır.
Gelişimsel Problemler
Gelişim geriliği çocuğun gelişimini olması gereken zamandan daha geç yaşamasıdır. Sosyal gelişim, bilişsel gelişim, motor gelişimi, konuşma ve dil gelişimi gibi alanlarda görülebilir. Gelişim gerilikleri biyolojik nedenlerin yanı sıra çevresel etkenlerden dolayı da görülebilmektedir. Gelişim geriliklerinde en çok rastlanan gerilik konuşma bozukluklarıdır. Çocuğun konuşmasının yaşıtlarına göre geç başlaması, akıcılığı ve içeriğinde gerilikler gözlemlenmektedir. Bu durum hafif bir gelişim geriliği olabileceği gibi otizm gibi önemli bir durumda da görülebilir. Gelişimsel problemlerden biri olan Down Sendromu yürüme geçliğine sebep olabilirken, otizm gibi gelişimsel problemler konuşma ve dil becerilerinde sıkıntılara sebep olabilmektedir.
Çocukluk Dönemi Cinsel Gelişim
Çocuklara verilecek cinsel bilgilerin, çocukların gelişimlerine uygun verilmesi gerekmektedir. Aileler çocuklarına vücut bölgelerinin isimlerini öğretme, sarılma gibi ilk cinsel bilgileri verirler.
-Bebeklik 0-2 Yaş
Anne ile bebek arasında kurulan tensel temas önemlidir. 0-2 yaş döneminde haz bölgesi ağızdır ve çocuk bulduğu her nesneyi ağzına alır, dünyayı ağız yoluyla tanır.
-İlk Çocukluk 2-3 Yaş
2-3 yaş döneminde, çocuğun hazzı dışkılama bölgesidir ve bu dönemde tuvalet eğitimi de genellikle başlar.
-Cinselliğin Başlaması (3 Yaş Sonrası)
Çocukların cinsiyet ayrımı yapmaya başladıkları, cinsel kimliğin farkına vardıkları dönemdir. Cinsel organı bu dönemde haz bölgesidir. Bu dönemde çocuklar mastürbasyon yapabilirler. Bu durum aileler tarafından ayıplanıp, sorun haline getirilirse ruhsal ve cinsel gelişimi üzerinde olumsuzluklara yol açılabilir.
-Okul Sonrası Dönem(6-12 Yaş)
6-12 yaş döneminde cinsel roller pekişir, çocuklar enerjilerini okulla birlikte oyun oynamaya verirler ve cinselliğe karşı ilgi azalır.
Tuvalet Eğitimi
Tuvalet eğitiminde en önemli konu çocuğun bu eğitime hazır olması ve bireysel gelişiminin yeterli olmasıdır. Ebeveynler çocuklarının 24 ayı doldurmasından sonra tuvalet eğitimine yöneliyorlar fakat bazı çocuklarda bu süre daha erken ya da daha geç olabilmektedir. Çocuğun tuvalet eğitimi sırasında annenin göstermiş olduğu tutum, çocuğun dışkı tutması gibi durumlara sebep olabilmektedir. Tuvalet eğitimi çocuğun gelişim sürecinde önemli bir basamak olmakla birlikte, ailelerin önem vermesi ve dikkat etmesi gereken bir konudur.
Uyku Bozuklukları
Uyku fiziksel-zihinsel sağlığımız açısında çok önemli bir yere sahiptir. Bazı çocuklar uykuya dalma ve sürdürmede zorluklar yaşarlar. Uyku bozukluklarına çevresel faktörler, psikolojik faktörler, yaşam tarzı sebep olabilir. Çocuklarda uyku bozukluklarına kabuslar, korkular ve kaygılar sebep olabilir. Çocuklarda var olan uyku problemleri okuldaki performanslarını da etkileyebilmektedir.
Yemek Yeme Sorunları
Yemek yeme çocukların sağlıklı gelişimi açısından temel bir ihtiyaçtır. Yemek yeme problemleri karşısında ebeveynlerin fazla ısrarı durumu ileri düzeye taşımaktadır.Yemek yeme problemlerinde ebeveynler çocuklara rol model olmalıdırlar. Belirli saatlerde yemek masasına oturmak bunlardan birisidir. Yemek yeme sorunlarında ebeveynler oyunu dahil edebilirler. Unutmayalım ki çocukların problemlerini çözmede en güzel yol oyundur.
Boşanma Süreci ve Çocuk
Sağlıklı ilerlemeyen evliliklerde çocukların ruhsal açıdan etkilenebileceği unutulmamalıdır. Boşanma kararı alan ailelerin bu kararı aldıklarında, çocuklarına yaşam düzeninin, kalitesinin değişmeyeceğini, kötüye gitmeyeceğini anlatmaları gerekir. Boşanma sürecinin çocukları etkilemesi konusunda, boşanma şekli önemli bir yer tutmaktadır. Her iki tarafın suçlayıcı ve olumsuz davranışlar içerisinde bulunduğu bir boşanma sürecinde çocuk depresif davranışlar sergileyebilir. Boşanma durumu yaşayan ailelerde çocukların en büyük kaygı ve korkusu terk edilme olabilmektedir. Boşanma sürecinde olan ailelerin çocuklarında suçlama, öz güven azalması, olayı kabullenememe, üzüntü, kızgınlık gibi davranışlar görülebilmektedir.
Evlat Edinilme
Çocuklar evlat edinilme durumunu karşılarken biyolojik ailesine olan öfkelerini evlat edinen ailelerine gösterebilirler. Karışık duygular, yetersizlik duygusu, kaybetme korkusu gibi duygular yaşayabilirler. Bazı çocuklar evlat edinilmiş olmayı olumlu bir duyguyla karşılayabilir, şans olarak görebilirler.
Anne Baba Tutumu
Çocuklar 0-6 yaş aralığında çocuklar ebeveynlerinin davranışlarını taklit ettikleri için bu dönem çok önemlidir. Ebeveynlerin çocuklarının kişiliği üzerinde ki bu son derece önemli etkisinden dolayı anne-babalar çocuklarına karşı olan tutumlarında çok dikkatli olmalıdırlar. Anne-baba tutumlarında; aşırı koruyucu anne baba, çocuklarına boyun eğen anne baba, baskıcı ve otoriter anne baba, güven verici tavır sergileyen anne baba, reddedici anne baba tutumlarının her biri çocuklar üzerinde çok farklı etkileri olan tutumlardır.
Yas Süreci
Yas, sevdiğimiz bir insanın kaybından sonra hissedilen duygusal uyuşukluk, ayrılık kaygısı, inanmama, çaresizlik, yalnızlık, üzüntüdür. Yas çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Karmaşık ve değişen bir süreçtir. Çocukların ölümü anlaması ise bilişsel gelişim düzeylerine göre değişmektedir. Çocuklarda kayıptan sonra hissizlik, şok, korku, itiraz, uykuya dalmada güçlük, fiziksel şikayetler, kaygı, özlem, üzüntü, öfke, okul sorunları gözlenebilir.
Travmalar
Travma hiç beklenmeyen bir anda gelen kişinin günlük rutinini bozan ve yaşamı ve kişileri ruhsal açıdan olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Duygusal şiddet, cinsellik, kayıplar, anne-baba tutumları, okulda yaşanan olaylar, fiziksel şiddet, fiziksel ve psikolojik hastalıklar, yaşam değişiklikleri, doğa olayları ve afetler, ilişkilerle ilgili gibi travma çeşitleri vardır.
Çocuklar tehlike durumunda kendilerini korumakta ve tehlikeyi sezmekte yetişkinlere göre daha zayıftırlar. Çocuklar yaşadıkları travmayı kelimelere dökemezler bunları oyunlara yansıtırlar.
Kronik Hastalıklar
Hastalık çocuklar için stres kaynağıdır. Kronik hastalıklar çocuklarda kaygı, depresyon, içe kapanma, kızgınlık ve asosyal davranışlara neden olabilmektedir. Kronik hastalığı olan çocukların bu durumlarını en aza indirgemek için dikkatli davranılması gerekmektedir. Hastalığa, hastalığın aşamalarına, hastane ortamına hazırlanma sürecinde aile ve psikolog iş birliği içerisinde olmalıdır.
Evlilik Öncesi Danışmanlık
Evlilik Öncesi Danışmanlık, bireylere evlenmeden önce ilişkilerine objektif bir gözle bakma ve gerekirse zayıf noktaları güçlendirme şansı verir. Danışmanlık sürecinde çift, bazı önemli başlıklar üzerinde konuşma ve hatta tartışma konusunda yüreklendirilir. El değmemiş konular, gizli kalmış korku, kaygılar ve dile getirilmemiş beklentiler açıkça konuşulur. Evlilik öncesi danışmanlıkta yer alan önemli başlıklar; iletişim, bütçe ve maddi konular, evlilik rolleri, görev ve sorumluluklar, çocuk sahibi olma, karar alma, birlikte geçirilen zaman, bireysel ve çifte ait alanlar gibi başlıklardır. İyi bir evlilik öncesi danışmanlığı; partnerinizle aranızda güçlü, sağlıklı bir ilişkinin oluşması ve istikrarlı, tatmin edici bir evliliğin temellerinin atılması çok önemlidir.
Anne- Baba Olmaya Hazırlık
Evlenmiş olmak, anne-baba olmak için yeterli midir?
Ana babalık, özellikle de annelik bir içgüdüden çok, öğrenilmesi gereken önemli bir iştir. Ruh sağlığı yerinde bir çocuk yetiştirmenin birinci koşulu hazır olduğunuz ve istediğiniz zamanda anne-baba olmaktır. Bir bebeğin istenerek, hazır olarak dünyaya gelmesi, çocukluk ve erişkinlik dönemindeki ruh sağlığını etkileyecektir. Dünyaya gelen bebekle sağlıklı ilişki nasıl kurulur, bir bebeğin ruhsal gelişimi nasıldır, normal gelişim basamakları nelerdir konularını bilmek ileride karşılaşılabilecek sorunları kolayca saptamayı, çözüm aramayı sağlar. Koruyucu ruh sağlığı, bir bebek dünyaya getirmeye karar verme aşamasında başlamalı ve onu büyütürken sürmelidir.
Aile İçi İlişkilerde Roller
Çiftler kurdukları evlilik bağı ile birlikte karşı birey için eş rolünü de kabul etmiş olurlar. Aile içerisinde eş rolü her iki tarafça kabullenilmiş olmakla birlikte, toplumun eşlere yüklediği başka roller de bulunmaktadır. Bu roller, bireylerin etkileşim içinde bulundukları çevreden, eğitim düzeylerinden, her iki eşin de çalışmasından ve gelir durumundan etkilenmektedir. Toplumsal cinsiyet algısının baskın olduğu ailede rol paylaşımının istenilen düzeyde gerçekleşmemesi eşlerin bu konuda tatminsizlik yaşamasına ve buna bağlı sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır.
Evlilikte Yaşanan Sorunlar
İki farklı bireyin birlikte yaşamlarını sürdürdüğü evlilikte birtakım problemler yaşanabilir ancak kimi zaman bu problemler çiftlerin derin bir hayal kırıklığı yaşamasına ve evliliğin devamını sorgulamasına neden olabilir. Bu problemlerin pek çok sebebi olmakla birlikte, kişilik özellikleri, eşlerin sosyo-kültürel farklılıkları, birbirlerini olduğu gibi kabul edememeleri, gerçek dışı beklentiler önemli sebepler arasındadır. Bu sorunlar iletişim bozukluklarına, uyum sorunlarına, ilişki çatışmalarına yol açmaktadır. Diğer yandan aile arasında değişen dinamiklerle ilgili olumsuzluklar, sadakatsizlik, sınır problemleri ve cinsel sorunlar görülmektedir. Hemen hemen her çift evliliği boyunca zaman zaman benzer problemler yaşayabilir ve yardıma ihtiyaç duyabilir.
İletişim Sorunları
İletişimde yaşanan sorunlar evlilik ilişkisinde karşılaşılan en önemli sorunlar arasındadır. Çiftler başlangıçta bildikleri bütün yöntemleri kullanarak kendilerini anlatmaya çalışırlar. Anlaşılmadığını düşünen bazı eşler konuşmaktan kaçınırlar bazılarıysa artan öfke sonucu bağırarak diyalogu sürdüremezler. Evlilikte en sık karşılaşılan iletişim hataları anlamak için değil savunmak için dinleme, ben dili yerine sen dilini kullanma, yıkıcı eleştiri yapma, genelleme yapma, akıl okuma, devamlı geçmişi getirme ve kendini bütünüyle haklı eşini ise bütünüyle haksız görerek iletişimi kesme olarak tanımlanabilir.
Cinsel Sorunlar
Evliliğin en önemli unsurlarından biri de cinselliktir. Kadınlarda utangaçlık, cinsel fobi, vajinismus, orgazm güçlüğü, cinsel isteksizlik, taciz travması gibi cinsel problemler öne çıkarken erkeklerde ereksiyon yetersizliği, cinsel isteksizlik, erken boşalma, cinsel acelecilik gibi problemler sık görülebilmektedir. Bu cinsel problemlerin bir kısmı yetişme tarzı, bir kısmı cinsel bilinçsizlik, bir kısmı da yanlış toplumsal öğretilerden kaynaklanmaktadır. Cinsel sorunlar geliştirilen çok etkili müdahale yöntemleriyle tedavi edilebilmektedirler.
Duygusal Sorunlar
İlişkilerde aşk, sevgi, şefkat, ilgi, güven gibi duyguların karşılıklı var olmasına ihtiyaç vardır. Eşler arasındaki duygusal kopmaları önlemenin yolu, karşılıklı duyguların tatmin edilmesi, iletişim içinde kalınması, karşılıklı empati ile sağlanabilir.
Ayrılık ve Boşanma Süreci
Boşanma, evli çiftlerin çeşitli sebepler ile uyum sağlayamamaları ve evliliğin sonlanması durumudur. Kişilik özellikleri, inançlar, sosyokültürel değerler, alışkanlıklar boşanmaların sebepleri arasındadır. Ayrıca, zina, hayata kast, kötü ve onur kırıcı muamele, suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı boşanmaların özel sebeplerindendir. Ayrılma süreci çocuklu ailelerde çocukların anne baba rolünü üstlenmeye çalışması, anne babaya aşırı düşkünlük, kimin evden ayrılacağı gibi çatışmalara sebep olabilmektedir. Ayrılıklar korku ve kaygı meydana getirebilir. Boşanma sürecinde ailedeki herkesin bu durumdan olumsuz etkilenmesi söz konusu olabilir. Olumsuzlukların en aza indirgenmesi için bir uzmandan yardım almak sürecin etkili yönetilmesine katkı sağlayacaktır.
Eş Kaybı
Eşlerden birinin kaybı, geride kalan için üstesinden gelinmesi en zor durumlardan biridir. Yoğun duygular, hayatın değişimi, yeni bir düzene adapte olma, varsa çocukların uyumu, çocuklar için gelecek endişesinin artması, yalnız kalmak ve hayatınızı bekar olarak yeniden kurgulamak, sosyal hayata farklı medeni durum ile katılım sağlamaya çalışmak büyük, önemli ve zorlu konulardır.
Aile Dinamiklerinde Yaşanan Değişiklikler
Aile dinamikliklerinde yaşanan değişiklikler; ortam değişikliği, şehir değişikliği, eve yeni birisinin gelmesi, evde yaşayan bireylerden birisinin ayrılması, aile bireylerinden birisinin iş değişikliği gibi pek çok farklı şekilde gerçekleşebilir. Ortaya çıkan yeni duruma alışmakta güçlük çeken birey uyum sorunları yaşayabilir.
Cinsel Uyum Sorunları
Çiftler arasındaki uyum; birçok faktörün bir araya gelmesi ile oluşabilir. Ruhsal uyum kadar fiziksel ve cinsel uyum da eşler arasındaki bağ için önemlidir. Birlikteliklerde cinsel uyum süreci, birlikte öğrenme sürecidir ve iletişim gerektirir. Sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için eşlerin sorunlarını açıklıkla konuşabilmeleri, cinsel konularda bilgilenerek hem cinselliği hem de birbirlerini tanımaya çalışmaları gerekmektedir.
Cinsel İsteksizlik
Azalmış cinsel istek, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması, hiç olmaması veya cinsel arzu duyulmaması durumudur. Azalmış cinsel istek kişide belirgin sıkıntıya veya çift ilişkisinde zorluklara yol açan cinsel ilgi, istek ve fantezilerdeki azalmadır. Cinsel istek problemleri cinsel terapi merkezlerine en sık başvuru nedenidir ve cinsel terapi için başvuran çiftlerin %50’sinde görülür. İstek azlığı ayrıca kronik stres, anksiyete, ya da depresyon sonucunda gelişebilir.
Vajinusmus
Vajinismus; istemsiz ve kontrolsüz vajinal bölge kaslarının ilişkiyi engelleyecek şekilde kasılmasıdır. Vajina girişindeki kasların istem dışı kasılması ile cinsel birleşmenin acılı veya imkânsız olmasıdır. Bu rahatsızlığın psikolojik ve biyolojik sebepleri olabilir. ‘’ilk gece’’ korkusu, yanlış cinsel eğitim, yaşanan travmalar, kültürel olarak cinselliğin kötülenmesi gibi sebepler vajinismusa zemin hazırlayabilir. Etkili müdahale yöntemleriyle tedavisi mümkündür.
Ağrılı Cinsel İlişki
Cinsel ilişki anında acı, yanma, batma gibi hoşnutsuzluk hislerini içerir. Nedenleri arasında fiziksel ve psikolojik etkenler yer almaktadır. İlk ilişkinin ağrılı olmuş olması, kadının cinsel ilişkiden korkmasına ve ilişki esnasında ağrı hissetmesine neden olabilir. Menopoz, zor doğumlar, enfeksiyon, vajina darlığı, yeterince hazır olunmadan ilişkide bulunma ve buna bağlı tahrişin olması gibi nedenler ağrılı cinsel ilişkiye yol açar.
Erken Boşalma
Cinsel ilişki başlangıcında , sınırlı bir cinsel uyarıyla kişinin istemi olmaksızın boşalması ve bu olayın kişide belirgin bir sıkıntıya yol açması durumu olarak tanımlanmaktadır. Erkeklerde erken boşalma problemi cinsel sorunlar arasında en sık görülenidir. Erken boşalmada kaygılı olmak, korkmak ya da partneriyle uyum sorunu yaşamak gibi kaygı artırıcı düşünceler sorunu artırabilir. Kişinin partneri ile birlikte destek aldığı cinsel terapiler etkili çözümler sunar.
Orgazm Yokluğu- Anorgazmi
Kadının hiç orgazm olamaması, çok geç orgazm olması, yeterli uyarıya rağmen orgazma ulaşmasının çok güç olması olarak tarif edilebilir. Kadınlar, orgazmı tetikleyen uyarının türü ya da yoğunluğu açısından büyük bir değişkenlik gösterirler. Orgazm bozuklukları, belirgin bir sıkıntıya ya da kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olur. Öfke, gerginlik ve rahatlayamamanın verdiği sıkıntılar psikolojik olumsuzluklara yol açabilir. Ülkemizdeki kadınların üçte ikisi ilişki sırasında eşleri ile cinsel ilişki sırasında hiç orgazm olamamışlardır.
Ereksiyon bozukluğu
Cinsel birleşmeyi sağlayacak derecede sertleşmenin olmaması durumudur. Birçok erkeğin yaşayabileceği bir durumdur. Günlük hayatın stresi, endişe, depresif ruh hali, fizyolojik, biyolojik nedenler, konsantrasyon güçlüğü sertleşmeyi kısa ya da uzun süreli bozabilir. İlerleyen yaşla birlikte sertleşme sorununun görülme sıklığında artış görülebilir. Sertleşme sorunu 1-2 ayı aşkın devam ediyorsa daha fazla vakit kaybetmeden kaliteli bir yaşam ve kaliteli bir cinsel hayat için bir uzmandan yardım alınmalıdır.
Boşalamama- Anejakülasyon
Anejakülasyon veya ‘’boşalamama’’ erkeğin boşalma refleksini başlatacak yeterli uyarılma seviyesine ulaşamaması durumudur. Boşalma sisteminde nörofizyolojik bozukluk, az uyarılma veya aşırı uyarılma başlıca anejakülasyon nedenleridir. Psikolojik sebepleri arasında performans kaygısı, cinsel engellenme, hamile bırakma korkusu veya travmatik olaylar olabilir.
Stres karşılaşılan her durum için bedenin verdiği tepki ve uyum süreci olarak ifade edilebilir. Yaşam boyunca sürekli karşılaşılabilen stres; endişe, üzüntü, sıkıntı vb. kavramlar ile özdeşleşmiş olumsuz bir kavram olarak bilinmektedir. Ancak makul düzeyde stres bireylerin çaba içerisine girmesi ve yaşamına dair olumlu sonuçlar elde etmesine katkı sağlamaktadır. Örneğin, bir problem, zorunluluk vb. durum ile karşılaşan birey oluşan makul düzey stres sayesinde çaba gösterecek ve çeşitli kazanımlar elde edecektir. Bu açıdan bakıldığında çözüme ulaşıldığındaki tatmin ve mutluluk stresin tamamen olumsuzluklar içermediği anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan karşılaşılan güçlükler ile ortaya çıkan ve üstesinden gelinemeyen yoğun baskı ve stres yaşamı olumsuz etkilemektedir. Bireyler olumsuz stres ile baş edemediklerinde kendilerini öfkeli, saldırgan, kaygılı, tükenmiş, başarısız, yetersiz vb. hissedebilmektedir. Stresin kaynağının bilinmesi çözüme yönelik önemli adımlardandır. Aile, sosyal çevre, okul, çalışma ortamı vb. bireyin yaşamı süresince bulunduğu tüm bu ortamlarda yaşanan olumsuzluklar stresin kaynağı olabilmektedir.
Çalışma ortamında yaşanan olumsuzluklar ve beraberinde oluşan stres başa çıkılamayacak düzeylere ulaşabilmektedir. Bu durum çalışma yaşamına ve dolayısıyla özel yaşama olumsuz yansımaktadır. Çalışanların yaşadıkları olumsuz stresin nedenlerinin ortaya konulması ve çözüme yönelik hem bireysel hem de kurumsal çalışmalar gerekmektedir. Bu çalışmaların uzman desteği ile yürütülmesi kalıcı çözümler adına katkı sağlamaktadır.
Günümüz dünyasında iş-özel yaşam dengesinin oluşturulması ve muhafaza edilmesi oldukça zorlaşmıştır. Pek çok sebebi olmakla birlikte, özellikle son yıllarda teknolojik gelişmelerinde etkisi ile iş yaşamında yaşanan değişimler çalışanları iş-özel yaşam dengesizliğine sürüklemiştir. Tüm çalışanlar için problem olan bu durumdan özellikle toplumun temel yapı taşı olarak bilinen aileyi olumsuz etkilemektedir. Diğer taraftan bu dengesizlikten işletmelerin ya da kurumların da olumsuz etkilenmesi söz konusudur.
Bireylerin işine ayırması gereken zamanı mükemmeliyetçilik, doyum, kabul, çalışma ortamı olumsuzlukları vb. çeşitli sebepler ile dengeleyememesi söz konusudur. Bunun sonucunda da özel yaşamına ayırması gereken zamanı iş yaşamı için kullanmaktadır. Kendisine ait olan bu zamanı yaşamında önemli olan ailesi, arkadaşları ya da yapmak istedikleri için kullanmaması bireyin yaşamında çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Kendisini ve sosyal çevresini ihmal ile sonuçlanan bu zamanı yönetememe durumu beraberinde çatışma ve huzursuzlukları getirmektedir. Örnek verecek olursak; kurum istemediği halde 7/24 iş yapan, telefonu hiç susmayan ya da evde bilgisayar başında işine devam eden kimselerin aile iletişimlerinin bozulması kaçınılmazdır. Bu durum aslında ailelerin ve toplumun olumsuz etkilendiği büyük bir problemdir.
Bu durumda nelerin yapılması gerektiği önem arz etmektedir. Her şeyden önce bireyin kendisinden kaynaklanan sebepleri fark etmesi sağlanmalıdır. Örneğin mükemmel iş çıkarma çabasının zaman israfı ile sonuçlandığı ve aradığı mükemmeli hiçbir zaman bulamayacağı, dahası bu tercihi ile neler kaybettiğinin gösterilmesi gerekmektedir. Bu konuda bireyin ruh sağlığı göz önüne alınarak bireysel destek sağlanması ve kurum yönetimleri tarafından organize edilecek bilinçlendirme eğitim/seminer çalışmaları çözüme yönelik önemli adımlardır.
Bir amaca ulaşmak için insanların bir araya gelmeleri ve birlikte çalışmalar yürütmeleri ekip çalışmasıdır. Ekip üyelerinden belirlenen amaca ulaşma adına bilgi, beceri ve deneyimlerini aktarmaları ve uyum içerisinde çalışmaya katkı sağlamaları beklenmektedir. Ekip üyelerinin çalışma amacına uygun bilgi ve beceriye sahip bireyler olmaları önemlidir. Ancak bu nitelikleri amaca uygun şekilde aktarabilmesi iletişim becerileri gerektirmektedir. Temelde bireyler arasında duygu, düşünce, bilgi, haber vb. birçok konuda alışveriş olarak bilinen iletişiminin niteliği istenilen amaca ulaşmada ve devamlılık adına kritik noktadır.
Etkili bir iletişim kurabilmek için ekipteki tüm bireylerin bilmesi ve uygulaması gereken birtakım kurallar bulunmaktadır. Ekipten sorumlu birim, kurum ya da ekip lideri tarafından; ekip üyelerinin birbirini tanıması, saygı ve güven ortamının oluşturulması, tutarlılık ve etkili görev dağılımı, birlik duygusu ve motivasyon sağlanmalıdır. Bunların sağlanması ekip üyelerinin belirlenen amaç etrafında toplanmalarına ve iletişime açık olmalarına neden olacaktır. Ayrıca ekip üyelerinin; etkin dinleme, katılım sağlama, iş birliği yapma, paylaşıma açık olma, bağlılık, problem çözebilme ve ihtiyaç halinde diğer üyelere destek olabilme özelliklerine sahip olmaları iletişim kapılarının karşılıklı ve nitelikli şekilde aralanmasını sağlayacaktır.
Tüm bunları içeren çalışma ortamlarını oluşturamayan kurumların hedeflerine ulaşabilmesi ve çalışanların da iş ve özel yaşamında kendini gerçekleştirmesi günümüzde mümkün görünmemektedir. Ancak, etkili bir program dahilinde uzman bir kadronun desteği ile 21. Yüzyıl becerilerinden olan iş birliği ve iletişim becerilerinin kazandırılması bu soruna çözüm olabilecektir.
Kurumların başarılı olabilmelerinde kurum içi etkili iletişimin olumlu etkisi bulunmaktadır. Kurum içi etkili iletişim kurum amaçları doğrultusunda bir araya gelen bireylerin uyumlu çalışabilmeleri adına aralarındaki ilişkilerin düzenlenmesi olarak ifade edilebilir. İnsan merkezli tutum sergileyen kurumlar çalışanların fikirlerine değer vererek, gelişimlerine destek olarak, uyumlu çalışma ortamı oluşturarak, yönetime katılabilmelerine ve özgürce kendilerini ifade edebilmelerine imkân tanıyarak etkili iletişim ortamı tesis etmektedirler.
Kurumların bu uygulamaları yanı sıra; bireylerin kişilik, mizaç, işe uygunluk vb. özelliklerini ortaya konulması doğabilecek problemlerin önlenmesi, hoşgörü ortamının devamı ve etkili iletişimin sağlanması adına önem arz etmektedir. Diğer taraftan bireylerin sosyal yaşamlarının iş hayatını etkilemesi söz konusudur ve çalışma ortamı iletişimine etkisi büyüktür. Yaşamı nitelikli olanlar bunu olumlu yansıttığı gibi, tersi de geçerlidir. Bu anlamda uyumlu çalışma ortamı için bireylerin sadece kişilik, mizaç vb. özellikleri değil aynı zamanda ruhsal durumları da önem arz etmektedir.
Bireysel özellikler ile ruhsal durumların ortaya konulması bahsedilen etkili iletişim sağlayan kurumsal uygulamaların hayata geçirilmesi ve devamlılığında önem arz etmektedir. Bunun sağlanmasında kurumlar uzman desteği almakta ve bilimsel sonuçlar ile etkili bir iletişim ağı kurulabilmektedir.
Çalışanların kurumu sahiplenmeleri beklenmektedir. Aidiyet duygusu olarak da ifade edilen sahiplenme çalışanların kendisini kurumun önemli bir parçası olarak kabul etmesi ve çalışmalarını bu doğrultuda yürütmesi olarak ifade edilebilir. Bir kurumda saygı ve güven ortamı sağlanması, etkili iletişim ağının oluşturulması ve çalışan motivasyon sağlanması ile aidiyet duygusu geliştirilebilir.
Çalıştığı yerde kendini güvende hisseden kimseler daha verimli çalışmakta ve mutlu olmaktadırlar. Pek çok yanı olmakla birlikte, özellikle kurum tarafında çalışanın fikirlerinin dinlenmesi, değer verilmesi ve çabalarının takdir edilmesi aidiyeti artıran iletişim yollarına örnek verilebilir. Adaletli davranma, ödüllendirme, iyi ve kötü günde beraber olma, çeşitli sosyal ilişkiler kurma vb. pek çok husus motivasyon sağlayıcı ve aidiyet geliştirici etkiye sahiptir. Ciddi çaba ile oluşan aidiyet duygusu ile kurum kültürü oluşumunda önemli yere sahiptir.
Diğer taraftan zaman ve emek harcanarak çalışanlara kazandırılan aidiyet duygusunu ve bununla birlikte gelen kurum kültürünü zedeleyici pek çok davranışla karşılaşmak mümkündür. Adaleti zedeleyici yönetici davranışları, hedef birliği olmaması, uygun olmayan çalışma ortamı, vb. pek çok konu örnek olarak verilebilir. Bu olumsuz durumlarla karşılaşmamak adına hem kurum hem de çalışanlar için bu konuda farkındalığın artırılması önemli görülmektedir. Günümüzde kurumlar bu konuda uzman desteği almaktadır. Kurum ve çalışan birlikteliği sağlama adına zengin içerikli seminer ve atölye çalışmaları etkili sonuçlar vermektedir. Bu türden eğitimlerde temel amaç aidiyet ve kurum kültürü oluşturulabilecek davranışların tüm paydaşlara kazandırılmasıdır.
Bireylerin yeni katıldığı ortamlara alışma süreci olarak ifade edilebilen oryantasyon, hangi alan olursa olsun tüm kurumların düzenlemesi gereken önemli etkinliklerdendir. Bu yeni okula başlayan bir çocuktan işe başlayan yetişkinlere kadar tüm bireyler için geçerlidir. Tanımadığı ortamlara giren bireylerin kaygı ve stres düzeyi yüksek olacaktır. Etraftaki her şey kendisine yabancıdır ve karşılaştığı durum beraberinde birçok soruyu getiren bir çeşit karmaşıklıktır.
Bu karmaşıklığın giderilmesi adına kurumlar bir plan dahilinde oryantasyon eğitimi düzenleyerek yeni personeli çalışma ortamına alışmasını sağlaması gerekmektedir. Oryantasyon süreci yaşayan bireylerde başta yaşadıkları kaygı ve stres durumu azalacak ve sonrasında kendisinden beklenileni rahatlıkla yapabilecektir. Çalışanlara değer verildiği mesajı veren bu uygulama kuruma olan aidiyetin ve etkili iletişimin gelişmesine katkı sağlayacaktır. Çalışan performansına olumlu etkisi olan oryantasyon eğitimi almayan personel her şeyden önce ortamı güvenli bulmayacak ve mevcut kaygıları devam edecektir. Çalışanın bulunduğu ortamda olumlu tavır sergilemesine engel olan bu durumda başta kurum olmak üzere tüm paydaşlar olumsuz etkilenecektir.
Kurumların oryantasyon eğitim planı yapmaları ve uygulamaları her şeyden önce emek ve zaman kazanması ile sonuçlanacaktır. Dahası bu imkân sunulan personel yeni ortamda etkili iletişim kurabilecek ve nasıl katkı sağlayabileceği arayışına girecektir. Günümüzde kurumlar insan kaynakları sistemlerine bu eğitimleri entegre etmekte ve olumlu katkılarını görmektedirler. Ancak, kurumlar farklı sebepler ile etkili bir oryantasyon eğitimi tasarlama ve uygulamada yetersiz kalabilmektedirler. Bu durumlarda kurumlar konuya ilişkin her türlü desteği sağlayan çözüm ortakları ile çalışmaktadırlar.
Performans ve motivasyon çalışma yaşamında tüm paydaşları ilgilendiren birbiri ile ilişkili iki önemli kavramdır. Performans çalışandan beklenilen işi yapabilme yeterliliği olarak tanımlanabilir. Çalışanın istenileni karşılayabilme düzeyi olarak da ifade edilebilen performans bünyesinde pek çok faktörü barındırmaktadır. İşin çalışan tarafından bilinmesi, çalışanın yapmaya istekli olması, işin çalışanın yapabileceği zorluk düzeyinde olması vb. bu faktörler arasındadır. Bir işin istenilen düzeyde sonuçlandırılabilmesi bu faktörlerin optimum düzeyde sağlanması ile mümkün olabilmektedir. İstekli olma çalışan performansını etkileyen önemli faktörlerden birisi kabul edilmektedir.
Bir çalışanın işini isteyerek yapması çalıştığı kurumu ve işini benimsemesi ile mümkündür. Çalışanın işini benimsemesi de ihtiyaçlarının karşılanması ile doğru orantılıdır. Ekonomik kazanç yanı sıra, farklı pek çok ihtiyacın karşılanması çalışanın isteklilik düzeyine diğer tabirle motivasyonuna olumlu katkı sağlamaktadır. İhtiyaçlarının önemsendiğini ve karşılandığını gören çalışanların motivasyonları artmakta ve kurum aidiyeti sağlanmaktadır.
Motivasyon artırma adına yapılan tüm etkinlikler çalışanların performansına olumlu yansıyacaktır. Bu durum kurum performansında ve dolayısıyla hedeflerin karşılanma düzeyinde de artış ile sonuçlanacaktır. Kurumların çalışanlarının ihtiyaçlarının tespitine ve dolayısıyla motivasyonlarının nasıl yükseltileceğine ilişkin birtakım çalışmalar yapması gerekmektedir. Merkeze insanı alan kurumlar bu türden faaliyetleri daha etkili yürütmek adına iyi bir performans-motivasyon ilişkisi kuracak şekilde organize olmakta ve bu çalışmaları birlikte yürütebilecek çözüm ortakları ile birlikte çalışmaktadırlar.
Çalışanların kuruma uyum sağlaması pek çok açıdan önemli bir süreçtir. Bu süreç yeni başlayan çalışanın ortama her açıdan uyum sağlamasını kolaylaştıran etkinlikler bütünü olarak ifade edilebilir. Etkili bir işe alım süreci sonrasında oryantasyon eğitimi ile başlayan uyum süreci çeşitli eğitimler ve etkinlikler ile devam etmektedir. Bir plan dahilinde ve etkili yürütüldüğünde bu uyum süreci çeşitli aşamalardan geçerek kabul edilen çalışanın kuruma olan bağının güçlendirilmesi ve kısa sürede yüksek performans elde edilmesine katkı sağlayacaktır.
Bu süreçte çalışma ortamına ilişkin doğru bilgilendirmelerin yapılması, sorumlulukların öğretilmesi ve bilinç kazandırılması, diğer çalışanlar ve yöneticiler ile etkili iletişimin sağlanması, kurumun amaçları doğrultusunda çalışmaya başlaması ve bu çalışmaların devamlılığının sağlanması söz konusudur. Tüm bunlar etkili uyum süreci hedefleri olarak da görülebilir. Yeni personelin kurumda devam etmesi uyum sağlanmasına bağlı olmakla beraber, bu her zaman yeterli olmayabilmektedir. Diğer bir ifadeyle çalışma ortamındaki uyumun devamlılığı gerekmektedir. Kurumda yürütülen çalışma temelde ekip çalışmasıdır ve ekip üyelerinin aralarında etkili iletişim olması, kurumu sahiplenmeleri ve birlikte hareket etmeleri ekipte uyum olduğuna işaret etmektedir.
Çalışma ortamındaki uyumun devam etmesi adına çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Bunlardan birisi de drama etkinlikleridir. Kendisi de bir grup etkinliği olan drama gerçek yaşama dair bir durumun canlandırılması olarak ifade edilebilir. Drama ile çalışanlar İletişim, özgüven, empati, yaratıcı düşünme, çözüm odaklı olma vb. pek çok beceriyi kazanabilmektedirler.
Kurum çalışanlarında oluşturulan gruplar ile yürütülecek yaratıcı drama etkinliklerine grup üyelerinin her biri aktif katılmakta ve hem kişisel hem de grup gelişimi sağlanabilmektedir. Yapılan çalışmalar sonrasında nitelikli bir grup dinamiği oluşturularak çalışanlar; kuruma aidiyet geliştirebilecek, kurum içi ve dışında etkili iletişim kurabilecek, kurum hedeflerine yönelik tüm çalışmalara etkin katılım gösterebilecek, her ortamda ekin şekilde kendini ifade edebilecek, zamanı etkin kullanabilecek, planlı hareket edebilecek ve her durumda uyumlu davranış sergileyebilecektir.
Yaratıcı drama yönteminde bireyler aktif olduklarından dolayı öz konusudur. Katılımcıların pasif dinleyiciler olmaksızın ve doğrudan katılım sağladığı drama uygulamaları ile monotonluktan uzak ve eğlenceli öğrenmeler gerçekleşmektedir. Bu da kazandırılan davranışların kalıcılığı ve devamlılığını sağlamakta ve sonucunda kurumlar kısa sürede daha etkili şekilde istedikleri çalışma ortamını yakalayabilmektedirler. Faydalarına ilişkin farkındalığı yüksek kurumlar çalışanlarına bu fırsatı sunmaktadır.
Kurumların belirledikleri bir kuruluş amacı ve bu amaca ulaşmada onları yönlendiren hedefleri bulunmaktadır. Bu amaç ve hedeflerine ulaşmada üretim pazarlama ve finansman gibi önemli işlevleri vardır. Tüm bu işlevlerin amaca hizmet etmesi ve etkili şekilde sürdürebilmesi insan kaynakları ile mümkündür.
İnsan kaynakları temel olarak kurumların birlikte çalışacağı insanların seçimi, görevlendirilmesi, idamesi, nitelik kazandırılması, motivasyon ve aidiyet kazandırılması vb. süreçlerin planlanıp uygulandığı ve takip edildiği bir sistem olarak tanımlanabilir. Farklı ve önemli pek çok çalışmayı bünyesinde barındırması insana dair pek çok disiplinin birlikte ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Tanımdan anlaşılacağı üzere toplumdaki genel algının aksine insan kaynaklarının sadece personel temin sistemi olmadığı söylenebilir. Kurumlar bu durumun farkında iseler insanı merkeze almakta ve çalışma ortamına uyumu adına tüm ihtiyaçlarını giderecek bir sistem yürütmektedirler. Çalışanların iletişimi, amaç birliğinin sağlanması, ortamın uyumlu hale getirilmesi ve tüm bunlarda yaşanan sorunların etkili ve insan merkezli çözümüne yönelik çalışmalar da insan kaynakları çalışmaları kapsamındadır. Personel temini, iş tanımları, özlük hakları, performans değerlendirmeleri, eğitim, planlama, analizler, işten ayrılma, mülakat, vb. konular insan kaynakları sorumluluğunda yürütülen rutin iş ve işlemlerden bazılarıdır.
Farklı disiplinleri ilgilendiren ve karmaşık bir yapıya sahip insan kaynakları etkinlikleri kurum bünyesinde oluşturulan departmanlar aracılığı ile yürütülmektedir. Ancak, kurumun yeni olması, insan kaynakları sisteminin kurulması, kurum işleyişinde değişiklik, yeni gelişmeler, ön görülemeyen problemler vb. sebepler ile kurumlar insan kaynakları desteği alabilmektedirler. İnsan kaynakları danışmanlık kurumları bu türden destekler sağlamaktadırlar.
İnsan kaynakları danışmanları personel temini, değerlendirilmesi, eğitilmesi, işe ve ortam uyum sağlaması, vb. konularda kurumun nelere ihtiyaçlarının olduğu ve sürecin nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin olarak danışmanlık hizmeti sunmaktadırlar. Yöneticiler ve personel ile görüşmeler yapmak, eğitim ihtiyaçlarını ortaya koymak, işe alım süreçlerine katılım sağlamak ve yönlendirmeler yapmak, tüm bu işlemlerin yürütüleceği bir kurum mevzuatı oluşturmak ve yürütülmesini sağlamak, mevcut mevzuat doğrultusunda yönlendirmeler yapmak ve tüm çalışmaların takibi, sunumu ve raporlanması ve geliştirilmesini sağlamak danışmanın sağladığı hizmetlerdendir.
İnsan kaynakları danışmanı yürüttüğü tüm etkinlikler ile kurum ve çalışanların menfaatlerini dengeleme ve tüm paydaşlar için optimum faydayı sağlamada önemli bir rol üslenmektedirler. Kurumlar uyumlu ve etkin bir çalışma ortamı sağlanması, verimin artması ve kurumsallık kazanma adına bu türden danışmanlık hizmetlerini tercih etmektedirler.
Günümüz koşullarında kurumların rekabet edebilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmesi kendi ekosistemine kattığı ve devamlılığını sağladığı nitelikli insan gücü ile mümkün olabilmektedir. Nitelikli insan gücü kurumların faaliyetlerini yürütmesi ve amacına ulaşmasında belirleyici olan ve sürekli ihtiyaç duyduğu maddi olmayan kaynaklar olarak tanımlanabilir. Kurumlar böyle bir kaynağı elde etme ve muhafaza etme çabası içerisindedirler.
Çalışanların uyumsuzluk, yetersizlik, beklentilerin karşılanamaması, emeklilik, vb. pek çok sebeple kurumdan ayrılması yeni nitelikli insan arayışını zorunlu kılmaktadır. Ayrılan çalışanın yerini benzer niteliklere sahip yeni birisi ile tamamlamak zaman, emek, para vb. harcamalar gerekmektedir. Ayrıca yeni katılan personelin işe ve ortama uyum süreci de düşünüldüğünde daha da önem arz etmektedir. Nitelikli iş gücü temini, istihdamı ve muhafazasını içine alan insan kaynakları sistemi bu türden problemlerin oluşmaması adına ya da oluştuğunda hızlı ve etkili şekilde çözümlenmesi adına faaliyet göstermektedir. Tüm faaliyet alanları önemli olmakla birlikte özellikle işe alım faaliyetleri tüm insan kaynakları sisteminin başlangıcı olması ve devamında yapılacakları etkilemesi adına önemlidir.
İnsan kaynakları planlarında sürekli oluşabilecek personel açığı öngörüleri yer almaktadır. Bu doğrultuda her şeyden önce ihtiyaç olabilecek niteliklerin tespiti, bu nitelikleri sağlayan bireylerin bulunması ve potansiyel kurum çalışanı olabileceği değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu öngörü ile ihtiyaç oluştuğunda yürütülecek işe alım süreci etkili ve hızlı çözümlenebilecek ve istenilen sonuca ulaşılabilecektir. Bunlar işe alım sürecini olumlu etkileyen çalışmalardır.
İhtiyaç duyulan pozisyona nitelikli bir personel istihdam edilmesi söz konusu olduğunda ise sürecin optimum faydayı sağlayacak şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Boş pozisyonun özelliklere uygun personelin seçiminde çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Yetenek, kişilik, ruhsal durum, işe uygunluk vb. özellikleri ortaya koyan bilimsel testler, mülakat, sınav, yabancı dil yeterliliği, geçmiş deneyimler, kurum kültürüne uygunluk vb. pek çok etkinlik işe alım sürecini ilgilendirmektedir.
Kurumlar fazla bir kaybı olmaksızın en nitelikli personeli seçme çabası göstermekte ve özel yetenekleri eğitim alt yapısı vb. yanı sıra adayda genel olarak; ekip ruhu, etkili iletişim, problem çözebilme, inisiyatif alabilme, etik davranış sergileyebilme, paylaşıma açık olabilme vb. pek çok çağımıza ilişkin beceriyi de işe alım sürecinde ele alabilmektedir.
Tüm bu etkinlikler için kurum içinde organize edilen insan kaynakları etkinlikleri yeterli gelmeyebilir. Bu anlamda kurumların ihtiyacı olan desteğin uzman kişi ve kurumlarca karşılanması gerekmektedir. İşe alım uzmanlığı bu türden destekler sağlayan uzmanlıkla alanıdır. Adayların başvurularının alınması, değerlendirilmesi ve sonuçlanmasında süreci yürütmekten sorumlu olan işe alım uzmanları çalışmaları ile kurumların iş-personel uygunluğuna ilişkin kurumların önemli bir ihtiyacını gidermektedir.
Plan ve stratejiler geliştirilmesi, işe alım genel koşulları ve pozisyonlara spesifik koşulların belirlenmesi, çalışanlar ve yönetim ile ilişki içerisinde olarak yeni ihtiyaçların ortaya konulması ve bu doğrultuda tüm çalışmaların geliştirilmesi, adayların değerlendirilmesi, alım sonrası oryantasyon ve uyum sürecinin yürütülmesi, işten ayrılma koşullarının belirlenmesi ve yürütülmesi, tüm çalışmalara ilişkin güncel değişme ve gelişmelerin takip edilmesi, işe alıma ilişkin tüm çalışmaların raporlanması ve sunulması gibi pek çok önemli faaliyet işe alım uzmanı tarafından yürütülmektedir.
Kurumların çalışmayı tercih edecekleri işe alım uzmanlık desteği sağlayan çözüm ortakları; mevzuata hâkim, iletişim becerisi ne sahip ve iş yönetimi konusunda deneyimli uzmanlardan oluşan bir kadroya sahip olmalıdır. Ayrıca kişiyi tanımaya yönelik test ve analizler ile görüşme tekniklerine hâkim uzmanlar olması sonuca yönelik önemli tercih sebepleridir.
Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği-IV (WÇZÖ-IV)
Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği–IV (WISC-IV) bireysel olarak uygulanan ve 6 yaş 0 ay ile 16 yaş 11 ay aralığındaki çocukların bilişsel yeteneklerini ölçen, klinik ölçme aracıdır. Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği–IV geçerliliği ve güvenirliği kanıtlanmış en yaygın uygulamadır. Bu test, zeka düzeyinin yanı sıra çocuğun güçlü ve zayıf zihinsel becerileri hakkında ipuçları sunmaktadır. Çocuğun yeterli veya geride olduğu tüm zihinsel yeteneklerin fark edilmesiyle birlikte güçlü becerileri daha ileriye taşıyabilmek veya zayıf becerileri desteklemek mümkün olmaktadır.
AGTE (Ankara Gelişim ve Tarama Envanteri)
Ankara Gelişim ve Tarama Envanteri psikologlar tarafından 0-6 yaş arasındaki çocukların gelişimsel açıdan değerlendirilebilmesi amacıyla uygulanan bir envanterdir. Çocukların, 0-3 aydan başlayarak, 48-72 ay dilimine kadar aylık periyotlarla; dil gelişimi, zihinsel becerileri, küçük-kas gelişimi, büyük-kas gelişimi, sosyal gelişimi ve öz bakım becerileri tek tek incelenip gözlenerek puanlanır. Ankara Gelişim ve Tarama Envanteri, gelişimsel gecikme ve düzensizlik açısından risk altında olduğu düşünülen bebek ve çocukların erken dönemde değerlendirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için olanak sağlamaktadır
TİFALDİ (Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi)
Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi 2-12 yaş grubu işitme ve görme sorunu olmayan, ana dili Türkçe olan çocukların, sözcük kazanımı ve kullanımın değerlendirmek amacıyla uygulanmaktadır. Bu test zihinsel düzeyin önemli bir bileşeni olan sözcük kazanımı ve kullanımı değerlendirilmektedir. Aynı zamanda Türkçe İfade Edici ve Alıcı Dil Testi kurumumuzda çocukların dil gelişim düzeylerini ve dil gelişim sürecindeki aksaklıkları değerlendirmek amacıyla uygulanmaktadır.
Peabody (Türkçe Konuşan Çocuklar için Kelime Testi)
Peabody Resim Kelime Testi, 2-18 yaş çocuk ve bireylerin dil gelişimini ölçmek amacıyla uygulanan bir gelişim testidir. Dil ve kelime gelişiminin derecesi resimlerle ilişkilendirilerek ölçülmektedir. Testin amacı, çocuğun alıcı dil becerilerini, kavram ve kelime bilgisinin yaşıtlarına göre ne seviyede olduğunun öğrenilmesidir.
Bender Gestalt (Görsel Motor Algı Testi)
Bender Gestalt Görsel Motor Testi, 5 yaş 6 ay -ile 10 yaş 11 ay arası çocuklarda görsel motor işlevini görmek için uygulanan gelişimsel bir testtir. Bender Gestalt Görsel Motor Testi görsel motor gelişim ve bununla ilişkili olarak bellek, zaman ve yer kavramı, organizasyon yeteneğini ölçmek amacıyla kullanılmaktadır.
Resim Çizme Testleri
Resim çizme testleri, 5 ile 16 yaş arasındaki çocukların kişiliğini değerlendirmek için en yaygın olarak başvurulan araçlardandır. Resim çizme testleri ile çocukların duygusal dünyalarını anlamak ve klinik görüşmelere katkı sağlamak hedeflenmektedir. Sıklıkla kullanılan bazı resim çizme testleri şunlardır: Bir İnsan Çiz Testi, Aile Çiz Testi, Kinetik Aile Çizim Testi ve Hayvan Ailesi Testi’dir.
Cümle Tamamlama Testi
Cümle Tamamlama Testi, 8 ile 16 yaşlar arasındaki çocuklara uygulanmaktadır. Bireyi tanıma ve iç dünyasına ait bilgileri edinmek için kullanılan projektif testler arasında yer alır. Bireyin paylaşamadığı, duygu ve düşüncelerini anlamaya yönelik uygulanmaktadır. Birey bu testte eksik cümleleri tamamlayış biçimiyle, ilgilerini, tutumlarını, arzularını, beklentilerini, sıkıntılarını, duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Okul Öncesi Dönem Çocuğunun Gelişimini Takip Etme ve Gelişim Sorunlarını Fark Edebilme
Sınıf Yönetimi ve Öğretmen Tutumları
Okul Ortamında Kaygı Yaşayan Çocuklar
Çocuklarda Zarar Verici Davranışlar ve Çözümleri
Yaygın Gelişimsel Bozukluklar: Otizm
Sosyal Gelişimi Destekleyici Aktiviteler ve Grup Çalışmalarını Yönlendirme
Okul Öncesi Dönemde Dil Gelişimi ve Konuşma Bozuklukları
Çoklu Zeka ve Destekleyici Etkinlikler
Sınıftaki "Farklı" Çocuklar...
Yaratıcılık Gelişimi ve Destekleyici Çalışmalar
Okul Olgunluğu ve Okula Hazırlık Amacıyla Veliyi Yönlendirme
Bilişsel Gelişim ve Öğrenme Sorunları / Dikkat Eksikliğinin Belirtileri
Çocuğun Okula Uyumunun Desteklenmesi
Mahremiyet ve İstismar
Çocuğun Okula Uyumunun Desteklenmesi
Çocuğun teknolojik alet bağımlılığı
Okul Öncesi Dönem Çocuğunun Genel Gelişim Özellikleri ve Sorunlu Davranışı Anlama
3–6 Yaş Döneminde Temel Alışkanlıklar: Uyku, Yemek Yeme ve Tuvalet Eğitimi
Okul Öncesi Çocuğun Cinsel Eğitimi
Okul Öncesi Dönemde Korkular
Sorumluluk Duygusu Nasıl Kazandırılır?
Okul Öncesi Dönemden İlköğretime Geçiş ve Okul Olgunluğu
Okul Öncesi Dönem Çocuğunun Sosyal Gelişimi ve Arkadaş İlişkileri
Aile İçi İletişimde Uygun Tutum ve Davranışlar, Disiplin Anlayışı, Ödül ve Cezanın Yeri
Çocuğunuzu Yeni Kardeşe Hazırlarken…
Kardeş Çatışmalarını Azaltmanın Yolları
Cinselliği Nasıl Anlatalım?
Çocuğumuzla Ne Oynayalım Nasıl Oynayalım
Çocuklara Güven Duygusu Nasıl Verilmelidir
Boşanmanın Çocuk Üzerindeki Etkisi ve Boşanma Sonrası Ebeveyn Olmak
Bilgisayar ve Medyanın Çocuk Gelişimine Etkisi
Çalışan Anne ve Çocuğu
Çocuğunuza Duygularını İfade Etmesini Nasıl Öğretirsiniz?
Çocukluk Dönemi Korkuları
Mahremiyet ve İstismar
Düşünme Becerileri ve Yaratıcılığı Destekleyici Öğretmen Tutumları ve Ders İçeriğinde Kullanılabilecek Öğretim Modelleri
Sorun Durumlarına Yönelik Aile İle İletişim Kurma ve Aileyi Yönlendirmede Uygun Öğretmen Tutumları
Sınıftaki "Farklı" Çocuklar...
Çoklu Zeka ve Destekleyici Etkinlikler
İlköğretimde Öğrenme Sorunları ve Dikkat Eksikliği Yaşayan Çocukların Belirlenmesi
Uyum Sorunları Gösteren (Hareketlilik, Yıkıcı Davranışlar, İçe Dönüklük ve Özgüven Sorunları) Çocuklara Yönelik Sınıf İçi Müdahaleler
Mahremiyet ve İstismar
Okul Çağı Çocuğunun Gelişim Özellikleri ve Sosyal, Duygusal, Fiziksel ve Zihinsel Gelişimine Ailenin Katkısı
Aile İçi Etkileşimde Anne ve Baba Olarak Rollerimiz, Evde Disiplini Sağlama Yolları
Çocuğun Akademik Çalışmaları (Ders Çalışma, Ödev Yapma gibi) Erteleme Nedenleri ve Bu Konuda Ev Ortamında Yapılabilecek Düzenlemeler
Dikkat ve Konsantrasyon Becerilerinin Ev Ortamında Desteklenmesi ve Ders Çalışma Yöntemleri Hakkında Çocuğu Yönlendirebilmek
Sorumluluk Duygusu Nasıl Kazandırılır?
Bilgisayar ve Medyanın Çocuk Gelişimine Etkisi
Çocuğunuza Duygularını İfade Etmesini Nasıl Öğretirsiniz?
Mahremiyet ve İstismar
Sınav Kaygısı Yaşayan Çocukların Belirlenmesi ve Okul Ortamında Destekleyici Çalışmalar
Ergenlik Döneminde Gelişen Kişilik Özelliklerinin Akademik Ortama Yansıması
Ergenlik Döneminde Kişilik Gelişimi ve Genel Gelişim Özellikleri
Çocuk ve Ergenlerde Zararlı Maddelerden Korunma
Sınav Kaygısı İle Başa Çıkabilmede Aile Desteğinin Önemi, Doğru Tutum ve Davranışlar
Ergenlikte Öfke ve Baş Etme Yollarında Ailenin Desteği.
Ergenlerde Kaygı Sorunları ve Depresif Duygu Durumunda Aile Desteği
Ergen ve Anne-Baba İletişim Becerilerinin Desteklenmesi
Empati Kurabilmek için Ortak Yaşam Kültürü Oluşturma
Aile İçi İlişkiler, Bağlanma
Sınava hazırlanma ve sınav teknikleri
Üniversite ve lise giriş sınavlarına yönelik bilgilendirme seminerleri,
Sınav kaygısıyla başa çıkma
Psikolojik test, ölçme ve değerlendirme hizmetleri
Madde kullanımı ile mücadele eğitimi,
Kariyer danışmanlığı.
Öğrenme Stratejileri
Öğrenme Stilleri
Eğitim planlama ve değerlendirme
Öğrenme sürecini etkileyen iç ve dış faktörler
Motivasyon
Okula İlişkin tutum
Dikkat Geliştirme
Kaygı ile başa çıkma
Verimli Ders Çalışma Teknikleri
Test Çözme Stratejileri
Akran Zorbalığı
Temizlik ve Hijyen ( Bedensel Temizlik, Sınıf İçi Temizlik, Çevre Temizliği)
Mahremiyet ve İstismar
İnternet Dost musun Düşman mı?
Olumlu Davranış Kalıpları
But I must explain to you how all this mistaken idea of denouncing pleasure and praising pain was born and I will give you a complete account of the system, and expound the actual teachings of the great explorer of the truth, the master-builder of human happiness. No one rejects, dislikes, or avoids pleasure itself, because it is pleasure, but because those who do not know how to pursue pleasure rationally encounter consequences that are extremely painful. Nor again is there anyone who loves or pursues or desires to obtain pain of itself, because it is pain, but because occasionally circumstances occur in which toil and pain can procure him some great pleasure. To take a trivial example, which of us ever undertakes laborious physical exercise, except to obtain some advantage from it? But who has any right to find fault with a man who chooses to enjoy a pleasure that has no annoying consequences, or one who avoids a pain that produces no resultant pleasure
But I must explain to you how all this mistaken idea of denouncing pleasure and praising pain was born and I will give you a complete account of the system, and expound the actual teachings of the great explorer of the truth, the master-builder of human happiness. No one rejects, dislikes, or avoids pleasure itself, because it is pleasure, but because those who do not know how to pursue pleasure rationally encounter consequences that are extremely painful. Nor again is there anyone who loves or pursues or desires to obtain pain of itself, because it is pain, but because occasionally circumstances occur in which toil and pain can procure him some great pleasure. To take a trivial example, which of us ever undertakes laborious physical exercise, except to obtain some advantage from it? But who has any right to find fault with a man who chooses to enjoy a pleasure that has no annoying consequences, or one who avoids a pain that produces no resultant pleasure
But I must explain to you how all this mistaken idea of denouncing pleasure and praising pain was born and I will give you a complete account of the system, and expound the actual teachings of the great explorer of the truth, the master-builder of human happiness. No one rejects, dislikes, or avoids pleasure itself, because it is pleasure, but because those who do not know how to pursue pleasure rationally encounter consequences that are extremely painful. Nor again is there anyone who loves or pursues or desires to obtain pain of itself, because it is pain, but because occasionally circumstances occur in which toil and pain can procure him some great pleasure. To take a trivial example, which of us ever undertakes laborious physical exercise, except to obtain some advantage from it? But who has any right to find fault with a man who chooses to enjoy a pleasure that has no annoying consequences, or one who avoids a pain that produces no resultant pleasure
Kimlik Karmaşası ve Kişilik Gelişimi
Ergenlik dönemi, hızlı biyolojik olgunlaşma ile birlikte psikososyal değişikliklerin ortaya çıktığı ve gelişimsel kriz yaşanma potansiyelinin olduğu bir dönemdir. Ergenin temel sorunsalını “kimlik krizi” belirler. Bireyselleşme adına ilk adımlarını atmakta olan ergen, kendisini ailesinden bağımsız olarak konumlandırma çabası içine girer. Kendi kimlik duygusunu kazanabilmesi için, ergenlik döneminde yaşanan kriz normal olarak kabul edilir. Bu süreçte ergenin istekleri ile ailenin tutumları ve toplumun değerleri ve beklentileri çatışabilir. Başkaları gibi olmaktan nefret eden genç, onlara benzemek istemez ne olmak, kim olmak istediği sorularının yanıtını arar.
Ergenlik Dönemi Korku ve Kaygıları
Ergenlik döneminde yaşanan kaygı bozuklukları; okul devamsızlığında artışa, okulu bitirememeye, yaşıtlarıyla sağlıklı ilişki kuramamaya, özgüven eksikliğine, alkol veya madde kullanımına neden olabilmektedir. Ergenlik döneminde ergen birey çok daha gergin ve sinirli bir ruh haline sahip olur. Bu dönemde aile içi iletişim büyük bir önem taşımaktadır.
Ergenlik Döneminde Sınav Kaygısı
Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır. Baş ağrısı, karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, nefes alıp-vermede zorluk, kalp çarpıntısı, sık idrara çıkma, titreme, kabus görme, uykusuzluk, heyecan, kolay ağlama, dilin damağın kuruması, kaslarda gerginlik, soğuk terli eller yoğun sınav kaygısının başlıca nedenlerindendir. Ergenlik dönemi geleceği şekillendirecek önemli sınavların olduğu bir dönem olması nedeniyle yaşanabilecek sınav kaygısında, öncelikle kaygının nedenlerinin farkına varıp, sınav kaygısının varlığını kabul ederek onunla baş etmek için bir uzmandan destek almak yararlı olacaktır.
Ergenlik Döneminde Depresyon
Aile içi sorunlar, olumsuz yaşam deneyimleri, düşük benlik algısı ve okul başarısızlığı depresyona neden olabilir. Depresyon duygularda güvensizlik, karamsarlık ve çöküntünün oluşmasını, düşünce ve hareketlerdeki yavaşlamayı anlatan ruhsal bir rahatsızlık durumudur. Çocukluk döneminde depresyon çok az görülürken, çocukluktan ergenliğe geçişte depresyon artmaktadır. Ailenin ergenle ilgili gözlemleri bu noktada önem kazanmaktadır. Aileler çocuklarını onlara fark ettirmeden gözlemlemeye devam etmeli gerekli gördükleri durumda okul ile işbirliği içerisinde çocuklarının yardım almasını sağlamalıdırlar.
Ergenlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan aşırı hareketlilik, istekleri erteleyememe (dürtüsellik) ve dikkat sorunu olarak kendini gösteren bir bozukluktur. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan ergenin dikkati kolayca dağılır, başladığı işi bitiremez, kendisiyle konuşulurken dinlemiyormuş gibi görünür, görev ve etkinlikleri düzenlemekte zorlanır, eli ayağı kıpır kıpırdır, oturduğu yerde duramaz, gereksiz yere sağa sola koşturur, eşyalara tırmanır, sakince oynamakta zorlanır, sürekli hareket eder, çok konuşur, etkinlikler için gereken eşyaları kaybeder, günlük etkinliklerde unutkandır.
Ergenlerde Obsesif Kompulsif Bozukluk
Obsesyon (takıntı) tekrarlayan, zihni meşgul eden, kişide yoğun kaygı yaratan, karşı konulamayan düşünce ve dürtülerdir. Takıntılı ergenler genelde kendi düşünce ve duygularına aşırı önem veren, sorumluluk duygusu fazla olan bir yapıya sahiptirler. Ergenlerde Obsesif Kompulsif Bozuklukların uygun yöntemlerle % 70 lik bir bölümünün tedavi edilebildiği bilinmektedir. OKB tedavisi iki yönlüdür. Birinci yönü terapidir. Araştırmalar Bilişsel Davranışçı Terapinin çocukluk döneminde ortaya çıkan OKB’ tedavisinde en uygun tedavi yöntemi olduğunu ortaya koymuştur. Tedavi esnasında ailenin rahatsızlıkla ilgili bilgilendirilmesi ve ergenin yaşantısındaki takıntılı düşüncelerin ve davranışların neler olduğunun gösterilmesi önemlidir. İkinci yönü ise ilaç tedavisidir. Fakat en uygun tedavi şekli Bilişsel Davranışçı Terapi ve ilaçla yapılan tedavidir. Ailelerin ergenin OKB ile ilişkili yaşayabileceği rahatsızlıkları bilmesi ona yardım etmesini kolaylaştırır. Erken tanı ve destek sorunun büyümeden çözülmesini sağlayabilir.
Ergenlik Döneminde Ebeveyn İlişkileri
Ergen bu kadar çok değişimden geçerken aslında ergen anne-babası da değişimden geçer. Ergenlik döneminde hızlı büyüme ve değişim ergenin duygularını, davranışlarını kontrol etmesini zorlaştırabilir. Çocukluk ve yetişkinlik arasında kalmışlık hem anne-babanın hem de ergenin tepkilerini, sorunlar ile baş etme becerilerini farklılaştırır. Anne-baba bir taraftan büyüyen çocuklarının daha olgun, daha sorumluluk sahibi davranmasını beklerken, bir taraftan da eskiden olduğu gibi çocuklarının sözlerinden çıkmamasını isteyebilir. Ergen ise bir yandan daha çok özgürlük ve bağımsızlık isterken bir yandan da davranışlarının sorumluluğunu almayı erteleyebilir. Anne-baba ve ergen arasındaki çatışmalar temelde bu ikilemlerden kaynaklanır. Otoriteye karşı gelme, söz dinlememe, eleştirilmeye karşı hassaslık, beğenmeme ve eleştirme ergenlik döneminin tipik tepkileri gibidir. Ailelerin ergenlerle iletişiminde uzlaşmacı bir dil kullanması, çocuğu değil sorunu eleştirmesi, sabırla, ilgiyle dinleyerek kendini ifade etmesine izin vermesi ve son sözü ben söylerim gibi bir çaba içinde olmaması arada güçlü bir iletişimin gelişmesine katkı sağlayabilir. Ebeveynlerin, çocuklarında gözlemledikleri farklılıkları bir geçiş evresinde, uyum sağlamaya dönük davranışlar olduğunu unutmamaları önemlidir. Bir yandan da yalnız kalmaktan, hata yapmaktan korkan ergen, anne-babasının ona rehberlik etmesine içten içe ihtiyaç duymaktadır.
Ergenlik Döneminde Akran İlişkileri
Ergenlerin akran ilişkileri cinsiyetlerine ve algıladıkları akademik başarılarına göre farklılaşmaktadır. Ergenlik dönemi aile ile bağların esnetildiği, daha çok aile dışındaki sosyal grup ilişkilerinin önem kazandığı ve bireylerin akranları ile iletişiminin en güçlü olduğu dönemdir. Bireyler hayatlarının bu döneminde ebeveynlerinden bağımsız hareket etme çabası içerisine girerek arkadaşları ve akranları ile sosyalleşmek isterler. Ergenlerin akranları ile kurdukları sosyal ilişkiler, birçok sosyal-duygusal becerinin öğrenilmesi konusunda imkân sağlayabilir. Bu dönemde ergenlerin büyüyen sosyal çevreleri, akranlarının inançları ve davranışları onların davranışları üzerinde oldukça önemlidir. Grup dinamiği içerisinde ergenin kendisini bulması ne çok boyun eğici ne de baskın olması sağlıklı olandır.
Ergenlik Döneminde Psikolojik ve Duygusal Sorunlar
Ergenlik Dönemi, insan yaşamında önemli bir geçiş evresidir. Bu geçiş evresi yalnızca fizyolojik değişimleri değil; duygusal ve psikolojik değişimleri de beraberinde getirir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler, yetiştirilme tarzı, ebeveyn tutumları, aile öyküsü gibi etkenler ergenlik döneminin nasıl şekilleneceğini gösteren önemli değişkenler arasında yer alır. Ergenlik döneminde, kaygı bozuklukları, depresif bozukluklar, duygu durum bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, madde kötüye kullanımı, yeme bozuklukları en sık gözlenen psikolojik sorunlar arasında yer almaktadır.
Ergenlik Döneminde Cinsel Gelişim
Ergenlik; seksüel gelişimin kazanıldığı, kemik ve kasların hızla geliştiği, vücut şeklinin cinsiyet doğrultusunda şekillendiği değişimin ve vücudun üreme yeteneğini kazandığı bir süreçtir. Cinsellik, ergenlik çağının önemli sağlık konularındandır ve fiziksel, ruhsal ve toplumsal iyilik halinin önemli bir elemanıdır. Cinsiyet ile ilgili değişimin doğal ve sağlıklı gelişimin bir parçası olduğu, bedenlerindeki değişimle beraber öz bakıma daha çok önem vermeleri gerektiği öğretilmelidir. Çocukların, cinsellikle ilgili bilgilere ulaşması günümüzde çok kolaydır. Önemli olan bilginin doğru kişiler tarafından doğru bir şekilde ve gerçek bilgileri içerecek şekilde verilmesidir. Cinsellik konusunda konuşmaktan kaçınmayın. Ergenlik dönemindeki çocuğunuza doğru cinsel bilgilendirmeyi nasıl yapacağınız konusunda danışmanlık desteği için kliniğimizden randevu alabilirsiniz.
Ergenlikte Özgüven Eksikliği
Özgüven; kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip olabilmektir. Özgüven eksikliği ise; kendinden şüphe duymak, pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme şeklinde tanımlanabilir. Çocukluk döneminde cinsel, duygusal ya da fiziksel istismara uğrayan, duygusal ve fiziksel ihtiyaçları yeterli düzeyde giderilmeyen, ailesinin beklentileri yüksek olan, kronik sağlık sorunları yaşayan bireylerin benlik saygıları daha düşük olabilmektedir. Özgüven eksikliği karar almada zorlanmaya, sıkça başkalarına ihtiyaç duymaya, ilişkilerde sınır koyamamaya, sosyal ortamdan kaçınmaya, konuşma-sunum yapmaktan çekinmeye, eleştirilere karşı hassas olmaya, fiziksel görünüşünü beğenmemeye sebep olabilmektedir. Yaşam kalitesini arttırmak ve bu olumsuzlukları olumluya çevirmek için etkili psikolojik müdahale yöntemlerini kullanmak gerekir.
Ergenlik ve Öfke Kontrolü
Ergenin yaşadığı duygusal ve fiziksel değişimler davranışlarına yansır. Daha önceden uyumlu, sakin, dengeli bir çocukluk dönemi geçiren ergen bireyler, ergenlik döneminde bunun tam tersi yönünde tepkiler göstererek, uyumsuz, aceleci, zor beğenen, yoğun tepkili, sabırsız ve öfkeli olabilirler. Ergenin değişen ihtiyaçlarının kendisi ve çevresi tarafından karşılanamaması da öfke olarak sonuçlanabilir. Sahip olduğu tüm değişkenlerin anlamlandırılması, yerine konması ve kendi çerçevesi içerisinde bir yerde kalmasını hedefleyen ergen bunları yaparken de yetersizlik duygusunun derinden yaşadığı, ötekileştirildiğini hissettiği, önem sıralamasında kendini çok gerilerde hissettiği bir düzlemde de öfkelenme duygusunu yaşayabilir fakat bazı zamanlarda ergen bu öfke durumlarını fiziksel olarak vermek yerine içsel düzlemde yaşamayı seçebilir ve yaşamsal aktivasyonlarında belirli değişikliklere giderek bunu ortaya çıkarır (ders başarısızlığı, madde kullanımı, iletişim eksiklikleri, vs.). Öfke dikkat ve fark edilmesi gereken önemli bir duygudur. Ailelerin ergenlerle yaşadıkları öfkeyi yönetebilmeleri için danışmanlık almaları önemlidir.
Ergenlikte Beslenme ve Yeme Bozuklukları
Yeme bozukluğu çoğunlukla ergenlik döneminde başlar. Bunun en önemli nedeni ergenlik döneminde meydana gelen fiziksel ve ruhsal değişikliklerdir. Vücudun değişiyor olması ve yağlanmanın artışı önemli bir tetikleyici etkendir. Sosyal alanda kabul edilmek ve beğenilmek bir ergen için giderek daha önemli olmaya başlar ve fiziksel görünüm bunun önemli bir belirleyicisi haline gelir. Bu dönem arkadaş çevresinden görünüm veya kiloyla ilgili bir eleştiri almak yeme bozukluğunu tetikleyebilir. Ergenlik dönemindeki yeme bozukluğunun bazı belirtileri: Yemekler hakkında takıntılı bir hale gelmek, kilo ve görünümle ilgili aşırı uğraşlara başlamak, çok sıkı diyetler yapmak, tuvalette uzun süreler kalmak, yiyecek saklamak, takıntılı bir şekilde kalori saymaya başlamak, saatler süren spor aktivitelerinde bulunmak, özellikle yedikleri konusunda yalan söylemeye başlamak yeme bozukluğu göstergeleri olabilir. Ayrıca akademik başarının düşmesi, sosyal ilişkilerde bozulma, odadan dışarı çıkmamak, öfkede artış, içe kapanmak gibi genel belirtiler de ortaya çıkabilir. Yeme bozukluğu tedavisinde psikoterapi yöntemleri ve psikiyatrik ilaçlar kullanılmaktadır.
Ergenlikte Madde Kullanımı ve Bağımlılık
Ergenler, kimlik kazanma, yenilik arama, farklı yaşantıları deneme konusundaki merakları, belkide kendileri keşfetme ve yaşam arzuları nedeniyle, madde kullanmaya başlama açısından önemli bir risk grubunu oluşturur. Çeşitli maddelere başlama yaşının genellikle gençlik yılları içinde yer alması, bu sorunun aynı zamanda bir gençlik çağı sorunu olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Birçok ülkede gençler arasında sigara, alkol ve diğer maddelerin kullanımı, kazalar, intihar, şiddet, istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan hastalık riskini artırmaktadır. Bu nedenle özellikle ergenlerde madde kullanımı ve bağımlılığı üzerinde durulmalıdır. Bağımlılık, kişinin madde alımı üzerindeki kontrolünü kaybetmesini ifade etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü madde bağımlılığını “kullanılan bir psikoaktif maddeye kişinin daha önceden değer verdiği diğer uğraşlardan ve nesnelerden belirgin olarak daha yüksek bir öncelik tanıma davranışı” olarak tanımlar. Diğer bir deyişle madde kullanımı bireye ve topluma zarar verici düzeyde bir davranış haline gelir. Aile sistemi, ergenin madde kullanımı etkiler ve madde suiistimali de aile sistemini etkiler. Ergenin bakımına istikrarlı katılım ve madde ve etkili bir tedavi sonucu için ergenin tedavisinde, aile yükümlülüğü gerekir.
Boşanma Süreci ve Ergen
Ergenlerin ve çocukların büyük bir kısmı anne ve babalarının boşanma süreçlerini stresli geçirirken verdikleri tepkiler farklılık göstermektedir. Bazıları bu geçişle baş edecek becerileri geliştirirken, bazılarında çeşitli sorun davranışlar ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte ergenlerin gösterdikleri duygusal ve davranışsal sorunlar genellikle uyumsuzluk, hırçınlık ve hatta saldırganlık olabilir. Bu dönemde ergen kendisini umutsuz, mutsuz ve yalnız hissedebilir. Ergenler ebeveynlerinin ayrılığına kendi yaş gruplarına özgü olarak baş ağrısı, karın ağrısı gibi şikayetlerle birlikte endişe, suçluluk, okula gitmekle ilgili isteksizlik ve öfke gösterebilirler. Boşanma sürecini sağlıklı yürütmek ve atlatmak için danışmanlık almak çok önemli bir unsur olarak görülmektedir.